Allah’ın adıyla… Kutlu doğum etkinliklerinden bahsedeceğim, ancak öncelikle iki yıl önce katledilen Şehid Ubeydullah Durna’yı anmak istiyorum. Yıllar öncesinin fail-i meçhul cinayetlerinin araştırılması istenilen 21. yüzyıl Türkiye’sinde AK mı pak mı pak bir partinin hükümetinde, bir insan gündüz ortasında malum kişilerce katlediliyor ancak katilinin yakalanması için iki yılda bir arpa boyu yol alınmıyor.
PKK katlediyor, Emniyet seyrediyor, BDP meydan okuyor, TC görmezden geliyor. “Şer Üçgen”i kavramı hem nitelik hem nicelik olarak yetersiz kalıyor. Bu durum gerçekten de ibret vericidir. Üstüne söylenecek söz bulamıyorum ve konuma dönüyorum.
Nisan ayı boyunca kalbi haktan yana olan herkesi sevindiren manzaralara şahit olduk. Memleketin birçok tarafı Muhammedî bir iklim yaşadı. Resulullah (SAV) adeta aramıza yeniden geldi. Kendini bize gösterdi, kendinden söz ettirdi.
Şairin sözlerinden esinlenerek diyebiliriz ki Resulullah’ın aşkı, bizi bir kez daha diriltti.
Allah için çabalamanın, koşuşturmanın heyecan ve lezzetini yaşadık. Mevlid alanlarında sevgi ve sevinç ile gözleri parlayan insanlar gördük. Kimi zaman tekbir ve salâvatlara eşlik ederken kabaran duygularımız, gözlerimizden yaş olarak aktı. Ve Peygamber sevgisinin bu güzelliği karşısında, gözyaşlarımız o anları hatırlayıp hissettiğimiz her zaman da harekete geçmektedir.
Allah’ın yardımını ve Peygamber sevdasının etkisini hiç göz ardı etmeden biliyoruz ki insanların o meydanlara toplanması, kendiliğinde gelişen bir durum değildir. Çünkü Allah, yardımını öyle rastgele göndermiyor. Allah, yardımını bu dava uğruna canını veren ve canını vermeye hazır olduğunu fedakârlığıyla, hicretiyle, zindanıyla ispat eden yiğitlerin gayretine (fiili duasına) bir icabet olarak gönderiyor. Ve Peygamber sevdası da öyle kendiliğinden gelişen bir sevgi değildir. Yeşermiş olarak gördüklerimiz, eziyetlere uğratılacağını kesinkes bilmesine rağmen camilere devam edip küçücük çocuklara Resullulah’ı anlatan gençlerin ektiği çekirdeklerdir.
O açıdan erişilen muvaffakiyetlerde Allah ve Resulünün etkisini de İslam davasının birikimini de unutmamak gerekiyor. Ve her birimizin durup bir hususu düşünmesi gerekiyor. Yaşadığımız bu güzelliklerin oluşmasında benim rolüm nedir? Meydanların Peygamber Sevdalıları ile dolmasına ben ne katkı sundum? Etkinliklerin yapılmasında, insanların bu etkinliklere katılmasında ve özellikle de bu etkinliklere gelecek insanların İslami uyanışında ne gibi bir etkim oldu? Bu soruları kendimize sormamız lazım.
Gelişen güzellikleri takdirle karşılamak elbette ki güzeldir. Ancak İslam’ın yükselişine sevindiğimiz gibi bu yükselişte çalışmak daha güzeldir. Şuurlu bir Müslüman bakıp bakıp evine dönmek yerine, insanlara Allah ve Resulünü anlatmak için sürekli bir gayret içinde olmalıdır.
Aksi takdirde sevinci, kuru bir taraftar sevincinden öteye geçemez. Mademki “İnsana ancak kendi eliyle çalışıp kazandığı vardır.” O halde Müslüman, elindeki imkânları ve kendisindeki kabiliyetleri Resulullah’ın davası uğruna olabildiğince seferber etmelidir. Başta kendi kişiliğiyle Muhammed ümmetinin bir ferdi olduğunu ispat etmelidir. Konuşmaları, hal ve hareketleri, yaşantısı onun yolunun yolcusu olmaya yakışır olmalıdır.
Yaşanan bu Muhammedi iklim, uzun sürecek yeni çalışmalar için de yeni bir enerji kaynağı olmalıdır. Tıpkı Hac’dan dönen bir insanın Haccının etkisini yaşantısında göstermesi gibi bu enerjinin de bizi yeni çalışmalara sevk etmesi gerekiyor. Wesselam…