İslam dünyası, Arap Baharı denen toplumsal hareketlilikten bu yana durulmadı. Kısmen 20. Yüzyılın başında, kısmen ortasında dış güçler tarafından İslam dünyasında Müslüman toplumun aleyhinde bir “üst istikrar” oluşturulmuştu.
2011’de başlayan kıpırdanış, aradan geçen sekiz yıla rağmen toplumların aleyhindeki o “üst istikrar”ı toplumlar lehine bir istikrara çevirmedi. Aksine “üst istikrar”ı da bozdu. Baskı ve zulümle de olsa yönetilebilir ülkeler, yerini yönetilemeyen ülkelere bıraktı. Yönetilemeyen ülkelerin bir kısmı parçalanıp savaş acılarıyla yüz yüze kaldı, diğerlerinin geleceği belirsiz.
Müslümanların önemli bir kısmı, ülkelerinin yönetimleri konusunda umutsuz… ABD’nin başını çektiği uluslar arası sistemle çalışan yöneticilerden tiksiniyor, onları en kötü necaset olarak görüyor.
Türkiye, bu hâli kısmen 28 Şubat’ta yaşamıştı. O dönemde kendilerini Türk milliyetçisi olarak tarif eden bazı şahıslar bile, siyonist işgal rejimiyle çalıştığından emin oldukları yöneticilerden tiksindiklerinden “ABD, bizi fiilen yönetseydi bunlardan iyi olurdu!” diyebiliyorlardı.
Bu tarifi zor umutsuzluk ve tiksinme karışımı hâl, bugün başka İslam ülkeleri için yaşanıyor. O ülkelerin İslam mukaddesatını hiçe sayan yöneticilerinin ABD ve siyonist rejimle kurdukları dostluk tiksinmeye yol açıyor. Bu hâl içinde şuur ehli olduğunu düşündüğünüz Müslümanların dahi “ABD, orayı doğrudan yönetseydi hiç olmazsa toplum uyanırdı!” dediklerini duyabiliyorsunuz.
Hakikaten öyle midir? Dış istila, yerel zalim ve “necis” yöneticilerden evla mıdır ya da dış istilanın uyandırıp zulümden kurtarma gibi bir işlevi hep var mıdır? Bu şer, böyle bir hayra yol açıyor mu? Analizimizde bu hususu irdeleyeceğiz. Ama önce istila türlerine bir göz atalım:
İstila Türleri
İstila, fizikî istila, kısmî istila ve kültürel istila gibi boyutuna göre türlere ayrılır. Fizikî istilada yabancı bir devlet, bir ülkeyi teslim alır ve orayı doğrudan kendi valilerinin eliyle yönetir. Endülüs, Sicilya, Müslüman Hindistan, Kırım, Tiflis, Hayfa, Kudüs böyle istila edildi.
Kısmi istilada ise istilacı güç, istila ettiği yer üzerinde farklı boyutlarda bir kontrol sağlar. Bu kontrolün fizikî istila boyutuna yaklaşan alt türleri vardır: Bu tür kısmî istilalarda, istila edilen ülke, istilacı güce bağlı yerel yöneticiler tarafından özerk ve benzer statülerde yönetilir. Rusya, Kırım’ın büyük bir kısmı dışında istila ettiği İslam yurtlarını genelde bu şekilde yönetti. İngiltere ise Mısır’ı Osmanlı’dan sonra içeride Rusya’nın tuttuğundan da daha rahat tutan bir yönetimle idare etti.
Kısmî istilanın en zayıf olanı ise istilacı devletin istila ettiği ülkeden çekilmiş görünürken oradaki yerel siyaseti yönetmeye devam etmesidir. Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri bu tür bir istilaya maruz kaldılar.
Kültürel istila ise fiziki istila söz konusu olsun veya olmasın toplumun istilacı güç lehine bir değişime tabi tutulmasıdır.
Bu sınırlı tanımlamalardan sonra şimdi, İslam dünyası ve istila gerçeğine geçelim:
İslam Dünyası ve Dış İstila
İslam dünyası, ilk kayda değer dış istilayı Abbasîlerin Emevîlere karşı isyanı ve yeni yönetimin istikrar arayışı sürecinde yaşadı.
Malatya, henüz sahabe günlerinde Habib b. Mesleme tarafından fethedilmiş ve başka fetihler için karargâh konumunda, mamur bir İslam şehri olmuştu. Müslümanların çekişmesinden istifade eden Bizans İmparatoru, bölgenin en kıymetli İslam şehirlerinden biri hâline gelmiş olan o şehri istila etti. Abbasî yönetimi şehri bu istiladan kurtardıysa da Malatya bir daha yüzyıllar boyu eski günlerine dönemedi. Ancak Dânişmend Beyi Gümüştegin tarafından 1102’de tam olarak İslam yurdu hâline getirilebildi.
Müslümanlar, ikinci istila hareketini Fâtımîlerin yol açtığı hareketlilikle yaşadılar. İslam dünyasına hükmeden Abbasîlerin yönetimini beğenmeyen Fâtımîler, Kuzey Afrika’da büyük bir iddiayla ortaya çıktılar. İlkin İtalyan şehirlerine karşı bazı başarılar da kazandılar ama sonrası Müslümanlar için felakete dönüştü.
Müslümanlar, Akdeniz’in ortasındaki Sicilya, o günkü adıyla Sıkılliye’de Endülüs benzeri bir medeniyet inşa etmişlerdi. Ne var ki dikkatleri hep Mekke ve Medine üzerinde olan Fâtımîler, Endülüs ile İslam dünyası arasındaki bağı zayıflatıp Endülüs’te yenilgiye yol açtıkları gibi Sicilya’yı da Avrupa’da güçlenen Katolikliğe karşı koruyamadılar.
Sicilya’yı istila eden Katolikler, Endülüs istilacılarına göre “vicdanlıydılar”, cami ve medreselere dokunmadılar hatta Sicilya kralı, bilimde harika noktalara ulaşmış Müslüman âlimlerden matematik dersleri aldı ve İslam dünyasının meliklerini kendisiyle matematik konusunda yarışmaya çağırdı. Ya sonra? Sicilya’da ne alim bırakıldı ne medrese ne de cami… Bugün, Sicilya İslam medeniyetinin yerinde yeller esiyor. Modern coğrafyacı ve tarihçilerimiz dahi o güzel adanın bir zamanlar büyük bir İslam yurdu olduğunu bilmiyorlar.
Endülüs, bir zamanlar iyi yönetilmiyordu ama İslam orada gelişip büyümeye devam ediyordu. Yüzyıllar süren mücadeleden sonra kaybedildi ve tam fizikî istilaya uğradı, fiilî istila kimseyi uyandırmadı, aksine zaman içinde o devasa Müslüman nüfusun Hıristiyanlaşmasına yol açtı. Bugünün Arjantin, Brezilya, Venezüella gibi Güney Amerika halkları şeklen Araplara benzerler ama inançta Hıristiyandırlar ve Katolik dünyanın en büyük nüfusunu oluşturuyorlar.
İslam dünyası, Endülüs’ten sonra en büyük istila hareketlerini Nadir Şah’ın “Müslümanların vahdeti” adına ortaya çıkışıyla zayıflayan Hindistan ve Orta Asya’da yaşadı. Nadir Şah’ın Hindistan seferinden sonra iyice zayıflayan Müslüman Hindistan, kendisini İngilizlere karşı koruyamadı. İngilizler, Hintlileri güçlendirip Müslüman Hindistan’ın başına geçirdiler. Müslüman Hindistan, bu istila ile din değiştirmedi ama yüz milyonlarca nüfusuyla atıl duruma düştü. Yine Nadir Şah’ın hareketinden sonra iyice zayıflayan Orta Asya’nın yüzyıllarca alim yetiştirmiş şehirleri Rus istilası altına girdi. Ama Rusya, buralarda tam fizikî bir istila yerine yerel emirlerin görevde olduğu bir yönetim tercih etti. Müslümanlar, oralarda zayıflasalar da komünist döneme kadar kendilerini korudular. Komünist dönemde Rusya, Orta Asya şehirlerinde ateistleştirme programları yürüttü. Ama Rusya, aynı dönemde yine mutlak bir istilada bulunmak yerine buraları yerel cumhuriyetlere dönüştürdü, o cumhuriyetlerin yöneticilerini Müslüman kökenli komünistlerden seçti. Sovyetler yıkılıp da Rusya bölgeden çekildiğinde İslam bir daha oralarda canlandı.
Buna karşı bir de Tiflis ve Kırım’a bakalım. Bir zamanlar dünyanın görkemli devletlerinden Altın Orda İslam Devleti orada kuruluydu. Kırım’ın dillere destan camileri, medreseleri vardı. Ama Rusya, Kırım’ın büyük kısmını fiilen işgal etti, bir kısmını ise muhtar bir yönetime bıraktı. Rusya’nın fiilen işgal ettiği Kırım yurdu, Sicilya’ya döndü; muhtar yönetime bıraktığı yerlerde İslam’ın izleri az çok kaldı.
Tiflis ve çevresi, Çeçenistan ve Dağıstan gibi İslam yurtlarından daha eski bir İslam yurdudur. Oralar Gürcülerin fiilî işgaline uğrayınca İslam’ın kökleri oralarda kurudu. Sonradan Müslüman olan Çeçenistan ve Dağıstan’da her şeye rağmen şu anda camiler dolup taşıyor. Benzer bir durum, bugün Karabağ ve Azerbaycan için de yaşanıyor. Azerbaycan, yıllarca komünist yönetim altında kaldı; bugün de İslamî hizmetlerin önünü açmıyor. Ama İslam, Azerbaycan’da gelişip büyüyor. Buna karşı Karabağ, bir zamanların en görkemli İslam yurtlarından biri iken bugün İslam’ın son kökleri de oradan sökülüp atılıyor.
Ya Myanmar, bir zamanlar görkemli bir İslam melikliği iken bugün Müslüman çocuklarının tavanlara asılıp işkence edildiği bir insan mezbahanesi… Yanı başındaki Bangladeş ise zalimlerin yönetiminde de olsa oradan kaçanlara şu veya bu şekilde ev sahipliği yapabiliyor.
1. Dünya Savaşı Sonrası İstila
2. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı iyi yönetilmiyordu. Savaş, İslam tarihinin en büyük istila vakasına yol açtı. Ama istila, hiçbir zaman İslam dünyasına Osmanlı günlerinden daha güzel günler getirmedi.
Öte yandan İslam dünyasını o savaştan sonra istila eden İngiltere ve Fransa, Müslümanları istilaya karşı çıktıklarına pişman etme siyaseti güttüler. O istilacı güçler, Müslümanlara Fransız yönetiminin yerel yöneticilerin yönetiminden çok daha adil ve özgürlükçü olacağını kabul ettirmek istediler.
Savaştan sonra, Türkiye’de Kur’an-ı Kerim Kursları bile kapatıldı. Ne acıdır ki Türkiye’de medresede okuyamayan büyüklerimiz, Fransız yönetimi altındaki Suriye’ye büyük zorluklarla geçip icazetlerini orada alıyorlardı. Bu aldatıcı duruma rağmen, onlar hiçbir zaman Fransız yönetimini tercih etmediler ve tarih onları haklı çıkardı. Fransız istilası altındaki Suriye ve Lübnan’ın hâli özellikle Lübnan’daki fikrî özgürlüğüne rağmen malum…
Öte yandan çok cüz’i bir istila yaşayan İran’la kısa bir süre de olsa tam bir istilaya uğrayan Arap ülkelerini kıyaslayalım. Bugünkü manzara, fiilî istilanın nasıl neticeler doğurduğunu yeteri kadar ortaya koymuyor mu?
Daha yakın bir örnek, Hayfa ile Gazze’yi bile değil, Batı Yaka’yı karşılaştırın, hani Hayfa’daki İslam izleri?
Bir zamanlar en zayıf fiziki istila boyutu yaşayan Mısır’ın hâli de ortada…
Kısmî İstila İstilacıların Tercihi mi?
Tam bir fizikî istilayı gerçekleştirebilecek hiçbir istilacı güç, kısmi bir fiziki istila veya kültürel istila ile yetinmez.
İstilacı gücü kısmi istilaya veya kültürel istila ile yetinme durumunda bırakan tam fiziki istilanın onun için mümkün ya da kârlı olmamasıdır. İngilizler ve Fransızlar, I. Dünya Savaşı’ndan sonra İslam dünyasını isteyerek terk etmediler. Batı, II. Dünya Savaşı’nda iç savaşında kendisini tüketince onların direnen İslam dünyası karşısında istilayı sürdürme imkânları kalmadı.
Bugün de onların yerini alan ABD ve uzantısı siyonist işgal rejimi, İslam dünyasındaki hangi noktayı tam bir fiziki istila ile istila edip elinde tutabileceğine inanırsa hiç tereddütsüz istila eder.
Sonuç olarak, hiçbir istila, tam fizikî istila kadar tahrip edici değildir. Aklı başında hiçbir Müslüman, tam bir fizikî istilanın kısmî istilalardan daha tercih edilir olduğunu öne süremez. Bunun yolunu açmak için uğraşamaz.