Muhtemel bu haftaki köşe yazılarının çoğu seçim değerlendirmeleriyle ilgili olacaktı; ama öyle garip, iktidarsız ve istikrarsız bir ülkede yaşıyoruz gelişmeler artık yıllara ve aylara endeksli olmaktan çıkmış günlere ve saatlere endekslenmiş.
Bir olay öncesinde veya sonrasında tam da ‘Haydin arkadaşlar, bu olay hakkında bir istişare yapalım, değerlendirmelerinizi alalım.' Diyorsun bir bakıyorsun genel veya yerel düzeyde bir yeni olay hem zihin hem de ruh dünyanı alıp oraya kilitledi.
Aslında sebepler çerçevesinde baktığımız zaman olaylar bir zincir gibi birbirinden bağımsız değildir; ama böylesi sunî gündemlerle görülmesi gereken büyük fotoğraf küçük karelere kurban ediliyor.
Müslüman için bir işaret dahi varsa fotoğraf büyüse de, küçülse de, yırtılsa da, kirletilse de hikmet ve basiret gözüyle olay görülmüş ve anlaşılmıştır. Bu çerçeveden ben de olayları birbirinden bağımsızlaştırmadan hem seçim hem de Aytaç Baran Kardeşimizin şehadeti üzerine bazı değerlendirmelerde bulunmak istiyorum.
Türkiye'de herkes seçimi kendi penceresinden görür ve ona göre tercihini belirler. Doğru da budur; ama ortada bir yanılgı var ki mesela ‘yalan, ahlaksızlık, haksızlık, taassub…' dahi kelimelere giydirilen tatlılık veya cümlelere sıkıştırılan tehditlerle ‘Benim tek seçilmem lazım!'a getirilir.
Birine göre sandığa gitmek keyfini bozmaktır, bir diğeri için hayat memattır, bir başkası için haramdır, bir öteki için A partisinin aday göstermesi oyların bölünmesidir. Kim ne derse desin, sandığa gitmek bir irade beyanıdır. Bu da ‘baraj, korku, tehdit, mecbur kılmayla' olmadığı takdirdedir.
Kimi laikliğin, kimi liberalizmin, kimi sosyalizmin, kimi menfaatin, kimi ulusalcılığın, kimi de İslam'ın iktidar olması için bu seçimde aday oldu/gösterildi veya sandığa gitti.
Hür Bağımsız adaylar da bu seçimde ‘İslami muhalefet adına Mecliste söyleyecek sözümüz var!' sloganıyla yola çıktı, kapılar aşındırdı, Müslüman duruşuyla teveccüh almaya çalıştılar. Peki, umduğunu buldular mı? Nicelik olarak bakarsak ‘Hayır!', nitelik olarak bakarsak ‘Evet!'
Niye ‘Hayır'? Çünkü 100 yıldır bu halka pompalanan korku hala etkisini en üst düzeyde göstermektedir. Son on yıldır, eski sefalet ve geri kalmışlığa oranla az buçuk iyileşen ekonomik gidişatla sadra şifa olmasa da kazandıkları menfaati yitirmeme korkusunu da bu şıka eklemek lazımdır.
İkincisi, diğer tüm partiler halkın sadece oyunu almak için koştu/koşturdular; Hür adaylar, bu halka İslamî bir değişim ve dönüşüm talebiyle gittiler. Halk da bu büyük değişim isteğini anladı; ama kendini buna hazır hissetmediği için tabii olmadı. Yani Küfeliler gibi gönülleri Hazret-i Hüseyin(Hür adaylar)'e vurgunken kılıç(oy)ları onlara karşıydı.
Niye ‘Evet'? Çünkü bu bir hak davanın temsil edilme mücadelesi, iman güzelliğinin topluma kazandırılması gayretiydi. Hür adayların etrafındaki mümin kadrolar, gece gündüz demeden çabaladı. Birkaç bin de olsa ‘samimi, bilinçli, menfaatsiz' oy aldı ki, hayır şıkkında zikredilen ‘korkulu ve menfaatli' yüz binler oya bedeldi. İşte Aytaç Baran'ın ve şehit edilen diğer kardeşlerinin şehadet sırrı da yüz binlerle ifade edilen sayısal şeytanî dünyalarına bu iman dolu gönüllerin ektiği korkudur.
Şehit Rehber'in deyimiyle “Öyle bir cemaatimiz var, dışardakiler bizi anlamaz; içerdekiler de bizden vazgeçmez.” İnsanları içerisi ‘teslimiyet, bağlılık, sabır, tahammül, kor ateş' olan bir davaya getirmek kolay değildir. Bunun anlamak için de Hz. Nuh kısasını bir daha okumak lazım.
Dil/üslup noktasında henüz gidermemiz gereken eksikliklerimiz var.
Bir de şahısları ve parti/cemaatlerini hedef almaktansa yanlış, hata ve ahlaksızlığı hedef almalıyız. Biz doğru anlatınca zihinler adresi tanır; ama direkt adres verince çoğunlukla ters teper.
Allah'a emanet olunuz!