Bir ülkenin en yüksek dini otoritesi o ülkede bulunan diyanet kurumudur. Bazı ülkelerde baş müftü, şeyhülislam olan bu kurumun ülkemizdeki ismi Diyanet İşleri Başkanlığı… Yani dini işlerde söz sahibi kurum. Dinle ilgili bir mesele, bir sorun olduğu zaman ilk açıklama yapması gereken, ilk ilgilenmesi gereken kurum.
Ama ne yazık ki ne Diyanet ne de onun illerdeki temsilcileri konumundaki müftüler dinle ve dindarlarla ilgili hayati meselelerde bile açıklama yapma tenezzülünde bulunmuyorlar. Çekirdek kabuğunu doldurmayan, doğrudan doğruya İslam’ı alakadar etmeyen, dindarlardan çok resmi ideolojiye hizmet eden konularda ahkâm kesen müftülerimiz dindarların sorun ve sıkıntıları konusunda dut yemiş bülbüle dönüyorlar.
İnsan sormadan edemiyor, acaba Diyanet ne işe yarar ve de müftülerimiz ne iş yapar? Bir kentin en yüksek din otoritesi olan müftüler dindarların sorunlarına eğilmeyeceklerse, dinin geleceğiyle ilgili endişe sahibi olmayacaklarsa, dine ve dinin değerlerine yönelik saldırılara tepki vermeyeceklerse bu işi kim yapacak?
Açık açık konuşmak istiyorum. Son zamanlarda bölgemizde, Kürdistan’da tarihin tozlu sayfalarından kopup gelmiş gerici, yobaz, çağdışı, 1930’lu yılların karanlığına dönüş hasreti içinde kıvranan, dünya halkları tarafından çoktan tarihin çöp sepetine atılmış, fosilleşmiş komünizmi Kürt halkına zorla dayatma gayreti içinde olan, uluslararası sömürgeci güçlerin payandası, uşağı ve sopası konumunda bulunan bir grup, Kemalist diktanın yüz yıl önce bu ülkede yaptığını yapmak istiyor. Kürt halkının milli duygularını okşayarak, mazlumiyetleri üzerinden siyaset yaparak Kürdistan’ı karanlığa gömmek istiyor. Kürt halkının kimsesizliğinden, çaresizliğinden ve ne yazık ki bilgisizliğinden faydalanarak bunu yapıyor.
Devletin yanlış politikalarından ve ihanete varan icraatlarından nemalanan bu silahlı grup, şiddet dilini acımasızca kullanarak, aykırı her sesi ve oluşumu hain ilan ederek meşum hedefine varmaya çalışıyor. Devletin derin sessizliği içinde hedefine adım adım ilerliyor.
Kürt milliyetçisi olduğunu iddia eden ama Kürtlere ait ne kadar gelenek ve değer varsa hepsine savaş açan bu grup şimdiye kadar İslam dinine bu kadar açıktan cephe almamıştı. Önceleri sadece özel toplantılarda, militanlarına verdiği eğitimlerde ve okuyucusu kısıtlı olan bazı yayın organlarında İslam’ı ve Müslümanları aşağılayan, Allah ve ahiret inancını inkâr eden düşüncelere yer veriyordu. Lakin hükümetin gafleti ve halkın sessizliği bunların cesaret ve küstahlıklarını artırdı. Tüm güçleriyle İslam’a savaş açtılar. Kürdistan topraklarında İslam’a ait ne varsa yok etme arzusunu eyleme döktüler.
Önce Kobani’ye destek bahanesiyle yaptıkları vahşi eylemlerde fütursuzca cami, Kur’an kursları ve imam hatiplere saldırdılar. Bu mekânlarda bulunan Kur’an-ı Kerim’leri herkesin gözleri önünde yaktılar, yere atıp necis ayaklarıyla çiğnediler. Camileri ve Kur’an kurslarını ateşe verdiler. Camileri korumaya çalışan yaşlı cami cemaatine acımasızca saldırıp bazılarını katlettiler. Halktan ve din âlimlerinden ciddi tepki gelmeyince Müslüman Kürt kadınının tesettür ve namusuna göz koydu bu grup. Asırlar boyunca dindarlığıyla gurur duymuş Kürt halkının gözlerinin içine baka baka İslami örtüyü kölelik alameti ilan etti. Sonra da Kürdistan’ın en büyük şehirlerinden birinin ortasında, “Toplumsal kâbustur namus” afişini astırdı.
Eğer bu Allah düşmanlarına dur diyen birileri çıkmasa yarın örtülülerin sokağa çıkmasını yasaklayacak, medrese ve Kur’an kurslarının kapısına kilit vuracak, belki de camileri ahırlara çevirecekler. Kemalistlerin 1930’lu yıllarda bu halkın başına getirdiğinin daha beterini yapacaklar. Sakallı olmak, örtülü olmak, namaz kılmak belki de idam sebebi sayılacak. Kürdistan din için, dindarlar için bir cezaevine dönecek. Ne yazık ki gidiş bu yönde… HÜDA PAR camiasının çırpınışları diğer dindar kesimleri uyandırmaya yetmezse o karanlık dönem kaçınılmaz…
Gelelim asıl konumuza… İslam’a ve İslami değerlere karşı bunca alçak saldırı yapılırken dinimizin önderleri konumunda olan müftüler ne yapıyor? Bir şehrin en yüksek din otoritesi konumundaki müftü efendi, o şehirde dine ve dindarlara yapılan saldırılar esnasında neyle meşgul? Batman’da, Diyarbakır’da, Van’da, Yüksekova’da, Mazıdağı’nda, Kızıltepe ve diğer Kürt yerleşim alanlarında camiler yakılırken, Kur’an’lar ayaklar altına alınıp ateşe verilirken, “Toplumsal kâbustur namus” afişleri asılırken, açık kadınlara çarşaf giydirilip elleri zincirlenerek tesettürün kölelik olduğu ilan edilirken o illerin sayın müftüleri, yüksek din otoriteleri neden seslerini çıkarmıyorlar acaba? Yoksa Kur’an, cami, örtü, namus dinin değerleri değil mi? Ya da dini değerleri koruyup ona sahip çıkmak müftülerin görevi değil mi?
Evet, merak ediyorum. Gazeteci arkadaşlarımızın Batman’da ve diğer şehirlerde saldırılarla ilgili ısrarlı sorularına cevap verme tenezzülünde bile bulunmayan sayın müftüler ve onların korkusundan sessizliğe gömülmek zorunda kalan cami imamlarının İslami değerleri koruyup savunmak gibi bir görevleri yok mu?