6-7 Ekim olayları sırasında Diyarbakır’da yaşanan olayların en gaddar taraflarından biri gencecik bedenlerin yakılmasıdır. “Yakmak” çok yabancı olduğumuz bir gaddarlıktır. Nasıl oldu da Diyarbakır’da böyle bir gaddarlık işlenebildi ya da Diyarbakır’da gaddarlık bu boyutlara hangi kaynaktan ulaştı?
Birkaç yıl öncesini hatırlayın, dört yanda misyonerlerden söz ediliyordu. Misyoner, dinini yaymaya çalışan Hıristiyandır. Buralarda dolaşan misyonerler yerli Hıristiyanlardan değildi. Yerli Hıristiyanların dinlerini Müslümanlar arasında yayma gibi bir girişimi hiç olmamıştı. Bunlar, çoğunlukla, Katolik de değildi. Katolikler, İslam dünyasında yüzyıllar öncesinde derslerini almış, Müslümanları Hıristiyanlaştırma projesinde umutsuzluğa kapılmışlardı; bazı kiliseler “zayıf noktalar” bulup değişik girişimlerde bulunsa da bu yöndeki çalışmaları zayıflamıştı.
Buralarda misyonerlik faaliyetlerini yürütenler, daha çok Protestan; Hıristiyanlığın “selefi” mensuplarıydı. Protestanlar, yüzyıllarını diğer mezheplerden Hıristiyanlara karşı mücadele ederek tüketmiş ama Yahudilerle kurdukları dostlukla namlularını farklı mezheplerdeki Hıristiyanlardan Müslümanlara çevirmişlerdi. Sıkı bir Yahudi örgütlenmesi ile örgütlenmiş, büyük bir sermayeye ulaşmış, dev propaganda şirketleri kurmuşlardı. Bu Yahudi işbirlikçisi yeni Protestan örgütlenmenin Amerikan merkezli yapısına Evanjelizm deniyor.
Evanjelizm, eski despot George Bush’un da mensubu olduğu Yahudi işbirlikçisi bir Hıristiyan yapılanması… Birkaç yıl öncesine kadar, güç durumdaki dünya Müslümanlarının etkili bir propaganda ile Hıristiyanlaştırılabileceğini düşünüyordu. Amacı, Hıristiyanlığa hizmet etmekten de öte Amerikan-Yahudi emperyalizmine insan kaynağı bulmak, Amerika’nın dünya üzerindeki hegemonyasını kalıcılaştırmaktı. Tarih boyunca Müslümanları Hıristiyanlaştırma yönünde hiçbir proje, sahiplerini sevindirmediği gibi bu proje de sahiplerini sevindirmedi; kısa bir süre içinde iflas etti.
Ama Cemaleddin Afganî’nin Doğu-Batı karşılaştırılmasında dört dörtlük bir tespiti var. Afgani’ye göre İngiliz, fazla zeki olmayan, açgözlü, inatçı ama çok sabırlı bir tiptir. İngiliz, hatalı bir davranışta bile sebat eder. Doğulu ise çok zeki, kanaatkâr, tez canlı, sabırsız ve mütevazıdır.
Evanjelistler, Müslümanları Hıristiyanlaştırmakta başarılı olamadılar ama İslam dünyasını “toplumsal değişim”e uğratarak etki altına alma girişiminden de vazgeçmediler. Bu yönde, İslam dünyasında solla işbirliğine gittiler.
Evanjelizm, aşırı Hıristiyanlık olarak bilinir… Aşırı Hıristiyanlık ve sol… Tutarsızlık ama Batı’nın hedeflerine ulaşırken tutarlı olma gibi bir derdi yok.
Evanjelistlerden önce Katolikler, Avrupa’da modernizmin, daha açık bir ifadeyle laik sürecin en büyük mağduru iken İslam dünyasında modernizmin en büyük destekçileri olmuşlardı. O dönemde Batı’da en katı Hıristiyan dindarlığı temsil ederken İslam dünyasında dindarlığa karşı mücadele eden laik kesimlerin sponsorluğunu, hamiliğini yapıyorlardı.
Evanjelistler de daha önce Batı’da solun en keskin muhalifi iken bugün İslam dünyasında solu ve sol çevresindeki grupların sponsorluğuna, hamiliğine soyundular.
Amerikan elçi ve konsoloslarının faaliyetlerinin yanında Evanjelistlerin elindeki televizyon kanallarının yayın çizgisi bunu en açık şekilde deşifre ediyor.
Evanjelist Hıristiyanlar, Protestan köklerinden ve Yahudilerle yakınlığından dolayı kapitalizmin, Amerika ile doğrudan bağıyla da emperyalizmin en insanlık yoksunu tipini temsil ediyorlar. Bu yönleriyle bütün dünyada nefretle karşılanıyorlar. Sol ise insan severlik ve antiemperyalizm iddiasındadır.
İki taraf da yaptıklarının terimsel karşılığını biliyor. Bu, sol açısından “işbirlikçilik”tir, Evanjelistler açısından ise bir “kullanılma” sürecidir. Bu işbirlikçilik ve kullanılma sürecinin buluşma zemini ise İslam düşmanlığıdır. “Yerli sol”, İslam’a duyduğu nefreti, işbirlikçilikle sürdürmeye alışıktır. Ama bu seferki işbirlikçilik, zemin altına da düşen bir düzeysizliktedir: İnsan yakmak.
Bu hunharlığın, Evanjelistlerin öncüsü ilk dönem Protestanlarının kendileri gibi olmayan kişileri İsviçre kantonları ve diğer kantonlarda diri diri yakmasıyla benzerliği öylesine bir benzerliğe benzemiyor. Aksine sosyalist örgüt PKK ile uluslararası Evanjelist yapılanma arasında kurulan ilişkiyi de deşifre ediyor.
Protestanlar, kent meydanlarında insan yaktıkları o hunhar süreçten aşağılanmış ve küçülmüş olarak çıktılar; insanlık onları tanıdıkça onlardan tiksindi, bugün bile olağanüstü misyonerlik faaliyetleri hep ona takılıyor. PKK’nin bu Protestan taklitten nasıl bir sonuç alacağını ise zaman gösterecek.