Ağustos ayında IŞİD’in Şengal’e saldırısını hatırlayın. Silahlı PKK mensupları, aslında Musul sınırları içinde olmayan, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne bağlı Duhok il sınırları içindeki Yezidilerin kutsal mekânı Laleş Tapınağı’na gitmiş, orayı saldırılardan korumak için tapınağa yerleşmişlerdi. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin “Burası tehdit altında değil, çekilin, gidin” uyarısına rağmen orada kalmayı sürdürmüş, Yezidilerin kutsallarını koruma uğruna, küçük bir krizi dahi göze almışlardı.
Aynı PKK mensupları, IŞİD’in Kobani’ye saldırmasını bahane ederek Diyarbakır’da, Van’da, Muş’ta ve başka yerlerde camilere, cami derneklerine, Kur’an Kurslarına saldırdılar, medreseleri, Kur’an Kurslarını yaktılar, hatta daha beterini yapıp Kur’an-ı Kerim yaktılar.
Yezidin tapınağını koru, Müslümanın camisine, mukaddes değerlerine saldır…
Hani laiklik dense, ikisine de aynı mesafede durması gerekiyor. Burada ondan da öte bir zihniyet var, bir kin var ya da bir hesap var.
Bu tutum neden? Diyarbakır’da İslamî değerler ve dindarlar niye saldırıya uğruyor? Bu sorular, kimi zaman sanki saldırı Diyarbakır’a özelmiş ve yine çok özel sebeplere dayanıyormuş gibi cevaplanıyor.
Oysa bütünü göz ardı ederek değerlendirme yapmak, gerçeği saklamanın, bilerek veya bilmeyerek olayları saptırmanın başka bir yoludur. Diyarbakır, ne Türkiye siyasetinin dışındadır ne de dünya siyasetinin… Türkiye’de ne yaşanıyorsa Diyarbakır’a o yansıyor; dünyada ne yaşanıyorsa Diyarbakır’da yaşanan odur.
Türkiye’de bir siyasi kamplaşma var. Hükümet, Diyarbakır’a hangi hizmeti götürürse götürsün, taşıdığı siyasi kimlikten dolayı, oradaki Kürtçü de değil, ulusal solun nefretine, saldırılarına hedef olmaktan kurtulamıyor. Hizmet, onların zihinlerindeki buzları çözmüyor. Aynı ulusal solun Türkçe konuşanı da İstanbul, Ankara’da benzeri bir tutum içinde; gördüğü hizmete rağmen hakaret etmeye, hatta küfretmeye devam ediyor. Bunlar, yarın iş başına gelse sadece doğuda değil, batı illerinde de bir tek İslamî kurumun faaliyet göstermesine izin vermeyecek, belki camileri birahaneye çevirecek.
Mısır’a bakın! Sisi’nin askerleri cami önlerindeki meydanlarda binlerce Müslümanı kurşuna dizdiler, camilere girdiler, hiçbir mukaddesatı tanımadılar. Aynı askerler, Hıristiyan kiliseleri önünde nöbet tuttular. Hıristiyanların mukaddesatını korumak için canlarını siper ettiler.
Bin yıla yaklaşan tarihi boyunca Laleş’i ve Laleş çevresindeki Yezidileri koruyan bir PKK mı vardı? Hayır! Bin dört yüzyıldır Mısır’daki Kıpti Hıristiyanları, Sisi’nin askerleri mi koruyordu? Bir daha “Hayır!
Azınlıklar, İslam âleminin, İslam’ın verdiği yaşam hakkından kaynağını alan bir gerçeğidir; onları koruyan İslam’ın verdiği haklar ve Müslümanların yaklaşımıdır. Ama iki yüzyılı aşkındır azınlıklar, İslam dünyasında Batı güdümlü siyasetin bir malzemesidir. Meşruiyetlerini halklarından almayanlar, halklarından destek almayı veya almamayı meşruiyet açısından önemli bulmayanlar, Batı’nın desteğini almak için kendilerini azınlıkların himayedarı göstermek istiyorlar.
Müslümanlara zulmetmek, İslamî hizmetleri durdurmak mevcut uluslararası sistemin siyasetidir. Meşruiyeti kendi değerlerinde değil, uluslararası sistemin desteğinde arayanlar, zulmedecek Müslüman, durdurulacak İslamî hizmet aradılar, aramaya devam ediyorlar.
Mevcut dünya sistemi, İslamî hizmetleri düşman olarak tanımlamış; Müslümanları kimi zaman gücünü kanunlardan alan (legal) despotlara, kimi zaman kanunda yeri olmayan (illegal) despotlara, kimi zaman kadim devletlere, kimi zaman dün kurulmuş korsan devletlere ezdiriyor. Bu yapı, İslam düşmanlığına o kadar değer veriyor ki onun nezdinde kabul görmek isteyenler, kendilerine karşı direnecek bir Müslüman bulmaktan değil, zulmedecekleri bir Müslüman bulamamaktan endişe ediyorlar. İhvan-ı Müslimin olmasa Sisi, Mısır’da nasıl “Başkan” olacak ve hem Rusya hem Amerika nezdinde nasıl kabul görecekti?
Türkiye muhafazakârlarının PKK konusunda milliyetçilik kaynaklı ağır bir problemi var: Türkiye muhafazakârları PKK’ye hep sadece Kürtçü-bölücü bir örgüt olarak bakıyorlar. Oysa PKK, her şeyden önce ulusal sol bir örgüttür. Dış ve iç tutumlarını belirleyen bu ideolojidir.
Gerçeği bütün olarak görmek lazım: Mısır, Orta Afrika, Myanmar veya başka bir yerde dünya Müslümanları hangi sebeple zulüm görüyorsa Diyarbakır’daki dindar Müslüman o sebepten zulüm görüyor. Sisi’nin arkasında hangi güç koalisyonu varsa PKK’nin arkasında aynı güç koalisyonu vardır. Sisi, İslamî hizmetlere neden saldırıyorsa PKK o yüzden saldırıyor. Gerisi sadece bahanedir. O bahaneleri ileri sürenler, farkında olarak veya olmayarak PKK’nin zulmüne gerekçe uydurma noktasındalar, PKK’nin zulmünün bilerek veya bilmeyerek ortağıdırlar.
Ulusal sol, Türkiye’de tek başına iktidar olsa dindar kesime nasıl davranacaksa PKK, Bölge’de dindar kesime öyle davranıyor.
Uluslararası sistemin evrensel, ulusal solun Türkiye uygulamalarını yok sayıp PKK’nin İslamî değerlere ve dindarlara karşı tavrını, “yerel” kimi sebeplere bağlamak, bu dünyada “ümmet şuurunu” ertelemek için bahane olabilir, ahirette asla…