Fetih günü, bizim Hürriyet Günü’müzdür. Fetih, bizi cahiliyenin karanlığından İslam’ın aydınlığına, ‘doğaya uyan bir toplum’ olmaktan ‘üreten bir toplum’ olma şerefine erdirdi
Kişiler gibi toplumların da hafızası vardır. O hafıza yenilenmezse işlevini kaybeder.
Kişilerin hafızası kişiler için ne iş görüyorsa toplumların hafızası da toplumlar için o işlevi görür.
Hafızası silinmiş bir insan, insan oluş özelliğini pek çok yönden yitirdiği gibi hafızasını yitirmiş bir toplum da toplum olma özelliğini yitirir.
Köleleştirilmek istenen insanların hafızalarının özel tekniklerle silinişi anlatan efsaneler, hikâyeler vardır. O tekniklerden geçen insan, özüne yabancılaşmıştır. Kendi anne-babasına, çocuklarına, kardeşlerine, halkına karşı hunharca savaşabilir. Hafızası silinmiş bir toplum da kendi inancına, değerlerine karşı savaşacak duruma düşer.
Toplumsal hafızaya ‘kollektif hafıza’ da denir. Kurumsal yapıları yıpranan, kurumsal yapıları tükenen Müslümanlar kollektif hafızalarını (ümmet belleklerini) yenileyecek etkinliklerden, kutlamalardan yoksun kaldılar.
İslam’la savaşmayı iş edinmiş dış güdümlü ulusalcı yapılar bunu fırsat bilip özel propagandalar ve özünden koparan, özüne düşman eden bir eğitim sistemi ile İslam toplumlarının kollektif hafızalarını (ümmet belleklerini) neredeyse tamamen sildiler. Silmekle de yetinmediler. Her Müslüman toplum için sahte bir geçmiş uydurdular. İslam olma onuru yerine onur kaynakları geliştirme yoluna gittiler. İslam gençlerini İslam’a ve İslam toplumlarına düşman ettiler.
27 Mayıs, Diyarbakır’ın fetih günüdür. Mekke’de Miladi 571’de gerçekleşen Kutlu Doğum’un, üzerinden yetmiş yıl geçmeden, coğrafyamızın üzerine Kur’an güneşiyle doğmasıdır. Fetih günü Rabbimizin Rum Suresinde verdiği gizli müjdenin, Peygamberimiz (SAV)’in Hendek’in darlığında verdiği büyük haberin önemli bir aşamasıdır. Gelecekten haber veren bir mucizenin gerçekleşme safhalarından biridir. İslam ordularının Diyarbakır’ı Bizans’tan teslim alma günüdür.
Bizans’ın işgali altındaki topraklarda Peygamberimiz (SAV)’in Hendek Günü mucizesini şehir şehir ıspatlayan o mübarek hürriyet ordusunun, adalet ordusunun, ilim ordusunun başında Hz. İyaz bin Ganem vardı. Hz. Halid bin Velid de onun yanındaydı.
Hz. İyaz, Şam orduları komutanı Kudüs fatihi Hz. Ebu Ubeyde bin Cerrah’a bağlıydı.
Hz. Ebu Ubeyde ise Resulullah’ın Halifesi Emir’ül Müminin Hz. Ömer’in emrindeydi. Allah (CC) hepsinden razı olsun...
Resulullah (SAV), bir kavmin değil, bütün insanlığın peygamberidir. Onun ümmeti bir kavmin ‘ümmet’ olmuş hali değildir; her kavimden insanın İslam kimliği altında oluşturduğu birliktir.
Resulullah (SAV)’in zamanında Selman-ı Farisi gibi Arap olmayan Müslümanlar vardı. Ama kitlesel anlamda, İslam’ın ümmet sürecine fiili olarak kavuşması, Hz.Ömer (RA) zamanında gerçekleşti. İslam, onun önderliğinde Arap coğrafyasını ve Arap kavmini fiili olarak aşarak ümmet coğrafyasına ve ümmet yapısına kavuştu.
Hz. Ömer’i sevmek, ırkçılığa karşı bayrak açmaktır. Hz.Ömer’i sevmek, ümmeti sevmektir. Hz. Ömer karşıtlığında (ister Araplardan ister Farslardan olsun) gizli bir ümmet karşıtlığı vardır, sinsi bir ırkçılık vardır.
Hz. Ömer, İslam’ın devlet olarak kurumlaşmasının simge ismi olduğu gibi sosyal adaletin de simgesidir. Müslüman dünyada da Müslüman olmayan dünyada da böyle bilinmektedir.
İslam dünyasındaki ulusalcı yapılar, gizliden veya açıktan Hz. Ömer’e düşmandır.
Ulusalcı yapılar, ırkçıdır; din ve devlet işlerini ayırmayı hedefleyen seküler yapılardır ve sosyalisttirler.
Hz. Ömer’in ümmet yanı, onların ırkçılığına; sosyal adaletini kurumlaştırma başarısı, seküler yanına; sosyal adalet yanı, onların diktacı ve sınıfçı sosyalizmine darbedir.
Ümmetin genişliğine karşı ırkçılığın darlığı, İslam devletinin manevi havasına karşı sekülerizmin taş maddeperestliği, İslam’ın sosyal adaletine karşı sosyalizmin sınıfçı ve diktacı politikaları insanı köleleştirmekten başka insanı, insani yönlerinden uzaklaştırmaktan başka ne işe yarıyor?
Hz. Ömer’in adaleti varken sosyalizmin diktasını kim niye özlesin? Hz. Ömer’in adaletini va’d edenler varken toplum diktacı, sınıfçı, köleleştirici ulusal sosyalizmi va’d edenlerin peşine nasıl olur da takılır?
Gerçek anlamda İslam’ın insanlık anlayışını, devlet nizamını, sosyal adaletini bilen bir toplum, gözleri kör edici sahte ışıklara değer biçmez, gaddar ideolojilerin sahte kurtuluş yolları önerilerine inanmaz.
Toplum bilimi düşkünü ulusal sol, bunu bildiği için bizde Hz. Ömer (RA) düşmanlığı oluşturdu, Hz. Ömer sevgisine karşı savaştı. Hz. Ömer’in şahsında İslam’ın kendisine karşı savaştı; gençlerimizi uydurma bir tarihle İslam düşmanı haline getirme yolları aradı.
BİZ İSLAM’LA VAR OLDUK
İslam kimliği, bizim ‘hürriyet kartı’mızdır. Bizim için İslam’a kavuşmak, bütün anlamlarıyla hürriyete kavuşmaktır.
İslam, toplumsal çerçevede bizim için öylesine bir din değil her şeydir, bizim milli kimliğimizin kaynağı ve hatta milli kimliğimizin ta kendisidir. Bu coğrafyanın halkı olarak Hz. İsa (AS) sonrasındaki dünyada biz İslam’la bir milli kimliğe sahip olduk, bu anlamda İslam’la var olduk. Biz, ona sarıldıkça yüce Allah’ın insanlığa onunla vermek istediği her şeyi bulduk.
İslam’dan önce topraklarımız Bizans ve Sasani çekişmelerinin katliam alanıydı. İslam’dan önce bu coğrafyada öylesine büyük katliamlar yapıldı ki bizim için gerçek anlamda bir ‘milli felaket’ olan Batılılaşmadan sonra yapılan büyük katliamlar onların yanında hiç kalır.
İslam, bizi Bizans ve Sasani’nin katliam oyuncağı bir toplum olmaktan kurtarıp dünyanın efendileri arasına kattı.
İslam’dan önce Bizans ve Sasani atlarının ayakları altında çiğnenmemek için dağ başlarına sığınmış bir toplum iken İslam bizi Amed, Bitlis, Cizre, Mardin, Hasankeyf gibi medeniyet ocağı şehirler inşa eden toplumlardan bir toplum yaptı.
Dört bir yanımız bugün Mervani, Zengi, Eyyübi, Selçuklu eserleriyle donatılmıştır. Bu eserler, ardından geçen bin yıla rağmen dünyanın dört bir yanından ziyaretçi çekiyor. O gün medeniyette ulaştığımız düzey, dünyanın medeniyet tarihi içinde özel bir yer tutuyor.
İslam’dan önce okuma-yazma bilmez bir toplum iken İslam bizi bilginin aydınlığına ulaştırdı. Bizi kalem sahibi bir toplum yaptı; bizi bütün dünyanın övgüyle andığı âlimler yetiştiren bir toplum kıldı. İslam, neredeyse her köyümüze bir medrese açtı. Sadece İslami ilimler değil, felsefe ve teknikte de âlimlerimiz İslam sayesinde dünyanın bilgi birikimine çok şey kattı. Sühreverdiler, Ebu’l İz’ler bunun tanıklarıdır.
İslam’dan önce bir mağara toplumu iken İslam’la mimari eserler sahibi olduk, ‘doğaya uyan bir varlık’ olmaktan ‘üreten bir varılık’ olma şerefine erdik, ‘elini kullanma becerisi olan’ toplumlar arasında yer aldık.
İslam’dan önce taşlara kazılı edebi eserlerimiz bile yok iken İslam ile insanlığın okuduğu edebi eserlere sahip olduk. Bugün insanlığın en önemli edebi eserlerinden biri sayılan Mevlana Mesnevi’sinin yazılmasında büyük paya sahip Hüsameddin Çelebi’nin Kürt olduğunu Mesnevi’nin Farsça metninin başındaki Arapça sunuştan öğrendiğimde hiç şaşırmadım. Mela-ye Ciziri’yi yetiştirecek irfana doğru yol alan bir toplumun Mevlana Celaleddin-i Rumi için bir yardımcı yetiştirme safhasından geçmiş olması hiç de şaşırtıcı değildir. Bu, bir ümmet dayanışmasıdır; ümmet birikimidir. Mevlana’nın Mesnevi’si de Mela-ye Ciziri’nin Divanı da gerçek anlamda birer ümmet eseridir. Ümmet bir potadır. Birikimleri yok etmez, biriktirir ve büyütür. Herkes, onda hem kendini bulur hem ümmetin bütününü. Bu ikisini bu şekilde bir arada tutmak, İslam’ın maharetidir ve bugün dünya çok kültürlülük tezleriyle bu mahareti taklit etmeye çalışmaktadır.
İslam’dan önce Bizans’ın kölelerinin yönettiği bir toplum iken İslam ile Selahaddin olduk ve tarih boyunca Orta Avrupa’dan Yemen’e, Kafkaslardan Cezayir’e büyük vazifeler gören komutan ve idareciler arasına komutan ve idareciler kattık.
İslam’ı bizden almak bizi bizden almaktır, bizi yok etmektir. İslami yönümüze karşı mücadele etmek bizzat milli varlığımıza karşı mücadele etmektir. İslami mirasımızı yok etmeye çalışmak, toplum olarak bizi tarihten silmeye çalışmaktır.
İsveç’e yerleşmiş ve sözde saf bir evrensel sosyalizm üzerine eser veren Kürt edebiyatçılarının ardındaki İslami hafızayı kaldırın, onlarla İslam’a dayalı edebiyatımız arasındaki bağı kesin, onların bütün zihinsel etkinliklerinin Kürtçede bir tek özgün edebi sayfa üretmeye yetmediğini göreceksiniz. Onlar inkâr etseler de eğer Kürt edebiyatı adı altında kitap çıkartabiliyorlarsa bu, İslami hafızamız sayesindedir, İslam’ın bize sunduğu birikim sayesindedir.
Batı’ya göç edip İslam olmayı reddeden Kürtlerin bir kültür üretmediğine ve iki üç kuşak sonra İsveçleştiğine, Almanlaştığına yarının insanı mutlaka tanıklık edecektir.
Ne yazık ki onların gözleri vardır görmezler; kulakları vardır, işitmezler; kalpleri vardır, hissetmezler; beyinleri vardır akletmezler. Bu akılsızların ardına hem de ‘insan aklını yüceltme’ adına takılmak akılsızlıktır.
İslam, en geniş anlamda bizi bütünleştirecek en büyük potadır. İslam’a karşı inatları ile bilinen Yezidiler bile kendilerine Ahmet, Hasan gibi İslami şahıs isimleri vererek bu potanın bir kıyısına sığınmışlar. Bütünlük adına bu potadan başka pota üretmeye çalışmak budalalıktır.
Hem biz, İslam’ı bizi toplum olarak güçlendirdi diye mi seviyoruz? Asla! İslam, İslam olarak sevilmeye değerdir ve biz, İslam’ı sadece İslam olarak seviyoruz. Ona göre bir gözle bakan, Beni Kureyza Yahudilerinin ardından kalan bir çocuk bile olsa onda insanlık için kurtuluş görür.
Miladi 571 Nisan’daki Kutlu Doğum, aradan 70 yıl bile geçmeden bizi Miladi 639 Mayıs’ının bereketli dünyasına getirdi.
Her etkinlik, bir hafıza tazelemedir; hafıza işlendikçe tazelenir.
Bu toplumun kendisini aldatmaya çalışanlarla kendisini kurtarmaya çalışanları ayırt etmesi için hafızasını tazelemeye Hicri 18. Miladi 639 Mayıs’ını, ondan öncesi ve sonrasını anımsamaya gereksinimi vardır.
Hürriyet Günümüz Mübarek Olsun!