Laikliği, seküler ve liberal anlayışları baş tacı yapmış Kemalizm esaslı memlekette, İmam Hatiplere de İslami değerlere de saldırılar sürecektir. Zira her ne kadar bu okullar devlete bağlı olsa da laik kodlara uymuyor. Şu an gündem bu, yalnız dün yaşanan şu vakayı atlarsak vicdanımız bizi rahat bırakmaz.
Engelli, kadın ve çocuk 18 kişi, üç arabayla, şu günlerde salgın vakalarının en çok görüldüğü Ankara’ya gidip ne pahasına olursa olsun bir basın açıklamasıyla eşi benzeri görülmemiş keyfilikteki Çin zulmünü duyuracaklardı. Kendi yakınlarının da içlerinde olduğu iki buçuk milyon Müslümanın hiçbir gerekçe gösterilmeden kamplara doldurulduklarını, zorla ücretsiz çalıştırıldıklarını, beş yüz bin Müslümanın sırf Rabbimiz Allah’tır dedikleri için hapsedildiklerini ve kendi evlatları da dahil üç yüz binden fazla Müslüman Uygur çocuğuna nasıl el konup yurtlara kapatarak Çinlileştirildikleri gibi bir dizi soykırımdan bahsedeceklerdi.
Ne yazık ki daha Ankara'ya girmeden durduruldular. Bırakın basın açıklamasını başkente girmelerine bile müsaade edilmedi ve 'kamu düzenini tehdit ettikleri' gerekçesiyle İstanbul'a geri gönderildiler. Ve bu hadise -tabiri mazur görün- itfaiye ekiplerinin ağacın başında mahsur kalan kediyi kurtarması kadar bile kıymetli görülmedi.
Rusya ile iyi ilişkiler hatırına Kafkasya’dakilerin, Çin’le ortak hedefler hatırına da Kaşgar’dakilerin umutlarına hayali kırık uçurtmalar takmak kader olmamalıydı, maalesef oldu.
Elbette ki devlet yönetmenin ağır bir bedeli vardır ve bu durum kontrolün zorlaştığı demlerde arada kalanların daha çok kurban vereceği anlamına da gelebilir. Ancak devlet aygıtı sadece yürütme değil yönetme, idare etme değil himaye etme üzerine de müesses olduğuna göre tıpkı Libya’da ve Suriye’de olduğu gibi taraflar arasındaki boşluklar, devasa işkence sarmalındaki Doğu Türkistan Müslümanları için neden devreye alınmaz? Garip doğrusu.
Üstelik konu milliyet hamaseti olunca mangalda kül bırakmayıp “Tanrı Dağı kadar Türküz” filan diyenler, o dağları da içine alan Uygur Bölgesi hakkında çıt çıkarmıyorlar.
Kaldı ki, çok eski ortak değerlerin yanı sıra daha yüz-yüz elli yıl öncesinde Rus’a, Hind’e, Çin’e değil Osmanlı’ya biat etmiş, bağrını açmış bir yakın mazi de ortada duruyor.
Mazi demişken biraz daha yakında acı bir öyküyü de hatırlamadan geçmeyelim. Çin’e karşı büyük direnişlerle kazandıkları zaferin neticesinde 12 Kasım 1932’de Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’ni kurduklarını ilan etmişlerdi. Ki tarihte ilk kurulan İslam Cumhuriyeti idi.
Kurdukları devletin anayasasında ilk madde şöyle diyordu: “Doğu Türkistan Cumhuriyeti, İslam şeriatı temelinde kurulmuş olup, bizim huzur ve esenliğimizin kaynağı olan ve kıyamet gününe kadar tahrif edilmeyecek, değişmeyecek ilahî kılavuz Kur'an-ı Hakim'in hükmüyle amel edilecektir.”
Türkiye, o vakit tabi ki bu devleti asla tanımadı. Yazdıkları iyi niyet mektubuna cevap vermeye tenezzül etmediği gibi Çin’le iyi geçinmelerini tavsiye etti. Her cümleye Türk diye başlanan o dönemde de ismi Türkistan olsa bile İslam vurgusu ile sahaya çıkmaları, laik cumhuriyet tarafından reddedilmeleri için yeterli sebep olarak görüldü. O zamanki devletin zayıflık ve yenilik gibi mazeret masallarını ise geçelim.
Yurtlarından uzaklarda muhacir olarak yaşayan Doğu Türkistan’lılar şu anda oradaki çocuklarıyla, anne babalarıyla, kardeşleriyle ve eşleriyle telefonda dahi görüşemiyorlar. Çünkü Çin, derhal orada telefonun diğer ucundaki şahsı yakalayıp hapse atıyor. Ve bu diğer gördükleri eziyetler yanında hiçbir şey.
Türkçülük gibi bir davaları da yok. İslam’a da son derece bağlılar. Pes etmiyorlar, geri adım atmıyorlar. İdealleri uğruna hırslı ve gayretliler. Ankara’dan geri çevrildik diye de üzülmüyorlar, dua bekliyorlar. Türkiye’de gördükleri iyi muameleye müteşekkirler ancak oradaki varlıkları için adım atılmasını istiyorlar.