Seksenli, doksanlı yılları yaşamış, altmışlı yetmişli yılların ürkütücü hikâyeleriyle büyümüş ve öncesinde halkın “devrim” yasalarıyla devrildiği tek partili dönemleri iyice bellemiş bir nesil olarak bu günün kıymetini elbette bilmeliyiz. Hatta bu günün kazanımlarına ölümüne sahip çıkmalıyız. Özellikle bu gerçeği bilmeyen ve bu günün “günlük tüketilen” siyaseti ile düşünen, bu günün eksiklikleri ve hataları ile karar veren gençliğe bu gerçeği mutlaka anlatmalı, kavratmalıyız.
Hasseten düşünce ve ifade özgürlüğünün ulaştığı sınırları mutlaka ama mutlaka kavratmalıyız yeni nesle. Buradan olası bir inişin/düşüşün bizi çakacağı kayaya olabildiğince dikkat çekmeliyiz. Zira elde edilen bu haklara sahip çıkılmaz ise onları kaybetmek mukadder olur.
Müslümanlığımızı, Kürdlüğümüzü, solculuğumuzu veya başka aidiyetlerimizi beyan ettiğimiz gerekçesi ile günlerce işkence gördüğümüz, yıllarca hapis yattığımız günlerden geldik. Düne oranla hayal bile edemediğimiz bir seviyedeyiz bu gün. Devrimsel niteliktedir düşünce ve ifade özgürlüğünün ulaştığı çıta. İnancını yaşama hürriyeti bu günün dünyasının standartlarının da üstünde olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Memlekette çukurların kazıldığı ve mermilerin kulaklarımızın dibinden geçtiği bir günde üniversite mezunu bir genç “düşünce özgürlüğünü kısarsanız olacağı bu olur” demişti. Ben de düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün hiç olmadığı kadar çok olduğunu söyledim. İtirazı üzerine kendisine bir kalem ve kâğıt uzatıp “varsa söylemek isteyip de kısıtlandığın bir tek düşünce yaz buraya” dedim. Afalladı. En aykırı ve en uç düşüncelerin bile söylenip neşredilebilindiğini, şiddet ve silah kullanmayan her fikrin örgütlenme imkanı bulabildiğini söyledim.
Elde edilmiş kazanımlara sahip çıkmasına çıkmalı ama bunları yeterli bulmayıp üstüne çok şey koyma mücadelesini de elbette vermeli. Hak ve özgürlük alanını çok daha ileri mesafelere taşımanın gayreti ve telaşı içinde olunmalı.
Zaten 15 Temmuz Devrimi de bu telaşın ve duruşun tezahürü değil miydi? Hak ve özgürlüklere sahip çıkma telaşı ve bu özgürlükleri büyütme yolunda verilecek her bedel mukaddestir.
İşte bu nedenle esasen 15 Temmuz darbe girişimine karşı verilen mücadele ve çıkarılan yasaların asıl mecrasından kayıp masum, mağdur ve mağrur kesimlere sirayetine müsamaha göstermemeliyiz. Devrimin çocuklarını yemeye yönelmesine sessiz kalmamalıyız. Devrim darbeleşmemeli. Her düşünce, grup, camia, cemaat ve örgütü “darbeci torbasına” koyup boğmamalı. Sadece “renksiz” ve “şekilsiz” karakterlere alan açılmamalı. Memleketi etliye sütlüye dokunmayan ve her dönemim “adamı” olan dertsiz ruhsuz ve yalaka bir zeminin cenneti haline getirmemeli.
Dünün doğrularını koruma adına bu günün yanlışlarına set olmalıyız. OHAL'in vatandaşa yansıyan/yansıtılan kısmına set olmalıyız. Varsa bürokrasinin darbe dönemlerini aratmayan “çok buyurgan” ve “çok tok sesli” kanun tanımaz ve fayda sağlamaz “buyrukları” deşifre edilmeli. Bir gaspın başka bir gaspa kapı araladığını ve böyle zamanlarda uygulayıcıların kişisel ve zihinsel temayül sergiledikleri bilinmeli ve tedbir alınmalı. Örneğin amcası, babası veya başka bir yakınının aidiyetinden ötürü güvenlik soruşturmalarının olumsuz sonuçlanması gibi 28 Şubat dönemlerini bile aratan uygulamalara karşı behemehâl tedbir alınmalı. Varsa ihmal ve suistimallerin önüne geçilmeli. Dalga dalga yayılan ve kendisini de bulup yakacağı ateşin korku ve endişesinin halkı sarmaya başladığı gerçeğinin farkına varılmalı ve gerekirse dostça haykırmalı.
Aksi halde halka sirayet eden ve halkı bezdiren ve sindiren “devrim yasaları” ve uygulamalar bizzat darbecilerin ve bilumum şer odaklarının ekmeğine yağ sürmekten başka işe yaramayacaktır.
Nasıl hakların kazanılmasındaki tedricilik elde edilen nimetin büyüklüğünü gözden kaçırıyorduysa, kazanımların geri alınmasındaki tedricilikte de tepkinin dozunu hak ettiğinin altında tutabilir. Bu tedrici geri dönüş Merkezi İrade'nin de farkındalığını törpüleyebilir. Sürecin normal görülmesine sebep olabilir. Sinmişlikten ve tedricilikten ötürü verilmemiş/verilememiş tepki o işin doğru yapıldığı kanaatini oluşturabilir yönetim erkinde.
Ancak bu uygulamaların uzun vadede tahribatı çok fazla olacağı gibi onarımı da imkânsızlaşabilir. O zaman da kazananı olmayan topluca bir kayıp yaşanır.
“Doğrular”ın hakkını teslim etmek kadar “yanlışlar”da haykırmak da hepimizin vazifesi olsa gerek.
Hakkı büyütmek adına…