Zaman ağır akar, beli kırılınca hasret yükü altında. Hele bir de geçmiş sancak dikmişse o hasretin tepesine, var o zaman sen taşı dostum bu yükü. Belki yollardır vuslata mani, hudutlar belki de demir kapılar ya da bir çift kelamdır kalemler kıran…
Dostum!
Kimine kabir düştü baran baran, kimine duvar kokulu yıllar, bize de adına muhaceret denen bitip tükenmez uzaklar. Herkesin heybesi payıyla, hepimizin yüreği sevdasıyla, dolup taşıyor Hüseyni davasıyla…
Dostum!
Ey geçmişimin en nadide yerinde yıkılmaz abideler misali hatıralar bina eden Hamza bilekli, Yusuf yürekli dostum! Ne zaman daralsa dünya, ne zaman beni boğacak olursa şu uzaklar, ben dostlarla yaşanan hatıralara salarım benliğimi ve o dar mekânların ihvan cennetinde bulurum aradığım huzuru.
Dostum!
Kaç hücreyi ağlatmıştık beraber, kaç sürgüne direnmiştik omuz omuza ve kaç volt elektrik yemiştik beraberce askı denen canavarın kollarında. Nice zindanlar eskittik gün olur da duvarları yıkılır umuduyla.
Dostum!
Ey Yusuf’tan daha uzun Yusufî kalan, ey Yusuf yüreğiyle çeyrek asra meydan okuyan Salih dost! Uzaklar yolların uzaklığı aslında. Bizim yüreklerimizin uzaklığı değil. Firak bedenlerin firakı, ruhun ya da kalbin olmadı hiçbir zaman. Nisyan rüzgârları esmedi hiçbir zaman kalbimizin coğrafyasında. Gün oldu ıslandı gözlerim yürek yakan haberlerinle gün oldu muştu bekledim başında cansız bir ses aygıtının, gün oldu kalemim, gün oldu yüreğim saydı günleri sene sene, senin yanında olmadığım halde.
Dostum!
Uzaklarda bir yerlerde tebessümüne tebessüm katan bir dostun olarak bir katre muştu uğruna ne bekledim bir bilsen; bir damla muştu hasretine ne sabırlar ettiğimi ah bir bilebilsen ve dilimden dökülen hamd kelamına bir kabartabilseydin keşke kulağını ve sarılabilseydik yılların hasretiyle kardeşlik makamının gölgesinde…
Dostum!
Ey muştusuyla mesrur olduğum çeyrek asırlık Yusufi dostum. Selam olsun sana, Selam olsun dostlara!