Geçen yıl 7 Şubat’taki Hakan Fidan olayından sonra Hükümete karşı yargı ve bürokrasideki malum topsakal çetesi tarafından ikinci darbe girişimi yapıldı. İlkinde darbe kolay önlenirken ikincisinin sarsıntıları ve artçıları devam edeceğe benziyor. Hükümetin en tepesinden verilen sert mesajlarda söz konusu darbeci çeteye karşı açık açık intikam yemini edildi. Sayın Bülent Arınç’ın, ‘alçaklığın bu kadarını beklemiyorduk, saflığımıza verin’ beyanını, ‘dost bilip kadro verdiğimiz kişilerin, yaptıkları hukuksuzlukları görmezden geldiğimiz bir kısım memurların, bize bu denli ihanet edeceklerini beklemiyorduk’ şeklinde okumak da mümkündür.
Öyle ya, şu anda Başbakan’ı da gizlice dinleyen, şantaj için hakkında belge devşiren ve bağlı bulunduğu başsavcılığı, valiliği ve bakanlığı takmadan kendini devlet görüp istediğini gözaltına alan kendinden yetkili şu yeni yapı; istediğinin tahliyesine, istemediğinin tutukluluğuna hükmettiren, tüm mahkemeleri ve karakolları ahtapot gibi sarmış olan bu çete, yalnızca israil’den emir alıp yine yalnızca israil’e hesap verirken işlerini, dünyaya yayılan okullarının savunmasızlığı nedeniyle kendisine bir nevi gebe gördüğü Hizmet Hareketi’yle yapmaya çalışan şu ihanet şebekesi artık nihayet iktidarın bir numaralı hedefi.
Peki, bu yılan kimin yemiyle, kimin eliyle, kimin yuvasında büyüdü? ‘Besle kargayı oysun gözünü’ bir Rus atasözü değilse size şaka mı geldi? Ayı dostluğunun acı sonunu anlatan Mevlana Hazretleri de mi sizi kesmedi? Hem size yavrukurtlar ne kadar şirin ve tatlı gözükse de kurdun evcilleşmediğini öğretmediler mi? Bu kurtlar bu memlekete israil’den ya da ABD’den bugün paraşütle mi indiler?
Efendim, anne ile oğulun hikâyesini bilirsiniz. Başta hırsızlık ve gasp olmak üzere işlediği suçlardan idama mahkûm edilen gence son bir isteği olup olmadığını sorarlar. O da müsaade ederlerse annesinin dilinden öpmek istediğini belirtir. Bunun bir veda öpücüğü olduğunu düşünen yetkililer izin verirler ve anne gelir. Annesine sarılan oğlu, annesinin dilini var gücüyle ısırınca anne feryat eder.
Kendisine bunu niçin yaptığı sorulduğunda şunu söyler: “Ben küçükken bir defa hırsızlık yapmıştım. Annem hemen o zaman beni ikaz edeceği yerde sustu ve kızmadı. Sonra annem, ben eve bir şeyler getirdikçe onların hırsızlık malı olduğunu bildiği halde beni daha çok getirmem için aferin aslan oğlum diyerek teşvik ediyordu. Annem ben daha küçükken beni bu diliyle uyarsaydı, kızsaydı ben o zaman bu yola girmemiş olacaktım. Hem o küçük yaşlarımda yaptığım hırsızlıklarımı takdir etmeseydi, getirdiklerimi reddetseydi, almasaydı, yemeseydi bugün idam edilmemiş olacaktım. Bu hususta tek suçlu annemin dilidir. O dile şimdi gereken cezayı verdim. Bir daha o şekilde suç işleyemez. O yüzden ısırdım.”
Aralık 2007’de Konya, Nisan 2009’da Elazığ, Temmuz 2007, Ocak 2011 ve Mart 2012’de Adana Gaziantep, Mersin, İstanbul ve İzmit gibi birçok şehirde Mustazaf Der ve diğer kardeş derneklere sizin intikam yemini ettiğiniz çete tarafından bugünkü gibi ortada rüşvet veya yolsuzluk filan da olmadığı halde tamamen keyfi, hukuksuz baskınlar yapılıp cezalar verdirilirken keşke şu diliniz susmasaydı.
Söz konusu Hizbullah Cemaati olunca hiçbir hukuk tanımadan ev basan, takip eden, dinleyen, tehdit eden, tutuklatan, katleden, tutuklayıp katlettikten sonra da ailelerine zulmeden bu malum çeteye izin verip yaptıklarını onaylamak yerine keşke o zaman da bu kadar açık öfkelenseydiniz? İkide bir yüce halkımız dediğiniz Müslümanları, keşke o zor zamanlarında bu israil köpeği çetenin önüne atmasaydınız. Keşke İslamî derneklere ve Müslümanlara yapılan saldırıları izlemekle yetinen polisler ve amirleri için de o zaman idari tasarrufunuzu kullansaydınız. Çok değil, daha geçen ay şehrin ortasında HÜDA PAR’ı hukuksuz bir şekilde dinleyen ve izleyenler için de bugünkü kadar dik dursaydınız! Çok söylendi, yazıldı, ama olmadı, olmamıştı. Bakalım bundan sonra ne değişecek?
Evet, dost acı söyler de dosttan acı çekenler sanki biraz daha acı söyler.