Konumuzu teşkil eden ayetin nüzul sebebi hakkında değişik rivayetler vardır:
Birincisi: Bedevinin biri Resullullah (sav)’e geldi ve “Ya Resulullah! Rabbimiz yakın mıdır ki ona fısıldıyayım, uzak mıdır ki yüksek sesle O’na bağırarak dua edeyim?” diye sorması üzerine nazil oldu denilmiş[1].
İkincisi: Ashabtan bazıları gelip Resulullah’a;
“Rabbimiz nerededir?” diye sorması üzerine nazil oldu denilmiş.[2]
Üçüncüsü: Allah azze ve celle “Rabbimiz dedi ki: Bana dua edin size icabet edeyim,” ayeti nazil olunca; insanlar “Ne zaman dua edelim?” diye sordular, bunun üzerine bu ayet nazil oldu.[3]
Oruçla ilgili ayetlerin arasında yer alan bu ayet Kur’an’ı Kerimin icazına işaret eden bir yöne sahiptir. Kur’an’i uslub, insan düşüncesine o denli hakimdir ki, zahiren ilgisiz ve birbirinden farklı konuları içiçe işler ve birbirine bağlar ki bazen akıl bile hayretler içinde kalır. Bu uslup sayesinde ele alınan mevzu daha fazla bir derinlik kazanır.
Ayeti siyak ve sibak yönüyle ele aldığımızda sanki Allah orucun bir parçasıymış gibi bu ayetin öncesinde ve sonrasında orucu zıkretmiş. Bu ayetin konumu itibariyle anlıyoruz ki, oruc sadece katı bazı fıkhi kurallarla –ki bunlar oruçla ilgili helal ve haramları içeren, olmazsa olmaz hükümlerdir sınırlı değildir. Belki bedenin olduğu kadar, ruhun ve kalbin de bir hissesi vardır. Oruç sayesinde Allah’a yakınlık duyan kalpler bu ayetin irşadıyla Cenabı Hakk’ın “Karib” ismiyle de tanışırlar. Allah ile kulları arasında yakınlık veya yakınlaşma bu sayede daha da artar. Artık kalpler duaya hazırlanmıştır.
Cenabı Hakk’ın “Kullarım” övgüsüne haiz kimselerin duaları sevgi, rahmet, af ve mağfiret için kalpten çıkıp doğrudan doğruya semaya yükselen kelimelerdir. Rastgele söylenmiş sözler degildirler. Allah’a kurbiyeti içerir cümlelerdir. Bu samimi duygularla yapılmış ve semanın kapılarından geçip Allah’a yükselmiş dualar elbette icabete layıktır. Zira Allah duaya icabet edeceğini bize bildirmiştir.
“Kullarım” kelimesindeki izafenin bizzat Allah’a olmasında da büyük bir incelik vardır. Allah kendisi ile kulları arasında direkt ve vasıtasız bir bağ kuruyor.
Meselenin burasında bir konuya dikkat çekmek yerinde olacaktır. O da duaları kabul etmek ile dualara icabet etmek mevzusudur. Duaları kabul etmek, sonuçlarını, kullara olduğu gibi açmaktır. Biz insanların tüm akibetimizi kuşatacak bir ilmi yoktur ve ğaybi bilen yalnız Allah’tır. Durum bu iken yaptığımız duanın -sonuç itibariyle lehimize mi yoksa aleyhimize mi sonuçlanacağını bilemeyiz.
Eğer Allah’ın kullarına olan sonsuz rahmeti olmasaydı ağzımızdan çıkan ve sonucunu bilmediğimiz her duamızı kabul edecekti ki, bu durum biz kullar için büyük bir yıkım ve hüsran olacaktı. Ama Allah, kullarına olan merhameti sayesinde, o samimi kullarından kendisine yükselmiş duaları, niyazları ve yakarışları hem dünyada hem de ahirette onların lehinde olacak sekilde sonuçlandırıyor. İşte bu “rahmet-i vasia”dır.
Hastanın biri doktora gitse ve hastalığını doktora arzettikten sonra “bana şu şu ilaçları ver,” derse; doktor bakar, eğer hastası istediklerinde isabet etmişse olduğu gibi verir. Eğer isabet etmemiş ise ya bir kısmını değiştirir veya tamamını değiştirir. Bu doktorun hastasına olan merhametinden ve konuyu kuşatıcı ilminden kaynaklanır. Doktorun, hastanın istediği ilaçları ona vermemesi onu değersiz görmesinden kaynaklanmamaktadır.
İşte “ben dua ettim, kabul olmuyor” demediği müddetçe Allah duaları geri çevirmez. Resulullah (a.s.) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz acele edip de, Allah’a dua ettim duamı kabul etmedi, demediği müddetçe duanıza icabet edilir.”[4]
Allah bu ayette kullarına bir çağrıda bulunmaktadır. Allah, kullarını yaptığı çağrısına karşılık vermeye ve dua etmeye çağırmaktadır. Bu çağrıya karşıllık vermede iyilikleri emretme ve kötülüklerden sakınma/sakındırma, darlık ve bollukta O’na kullukta bulunma vardır ki bu kurtuluş yoludur.
”Gerçek hidayete ermeye olgunluk ancak yüce Allah’ın çağrısına uymakla ve ona iman etmekle mümkün olur. Yüce Allah’ın insanlar için seçtiği hayat tarzı, onları kurtaracak yegane mükemmel hayat tarzıdır. Bunun dışındaki bütün yaşama tarzları, hiçbir olgun vicdanın hoşlanmayacağı ve hiçbir doğru yol yolcusunun yanına yanaşmayacağı bir cahiliye düzeni, birer akıl fukaralığıdır.”[5]
Kişi Cenab-ı Allah’ın isim ve sıfatlarını iyi bir şekilde ögrenip yakini bir imanla inanırsa, bu bilgisi (marifetullah) zaman içinde sevgiye (muhabbetullah) dönüşür. Bu sevgi de yakınlık oluşturur. Kulların Allah ile kuracakları böylesi bir yakınlık, onların ihtiyaçlarını giderme hayata ve ölüme hakim olma, sebepler üzerindeki sonsuz tasarruf etme durumunda olan Zat’ın yalnızca Allah olduğu bilincini oluşturur. Bu bilinç Allah’tan başkasına kulluk etmeyi engeller ve tevhidi tam olarak yerleştirir. Bu ise güven ve istikrar şuurudur.
Dua, insanın kendi duygularını, düşüncelerini, ihtiyaçlarını, acılarını, emellerini ... kendi kelimeleriyle, affı ve sevgiyi arayan bir uslupla ortaya dökmesidir.
Dua, imkansızı ve mantıksız olanı istemek demek değildir. Dua “görev-sorumluluğ”un yerine asla ikame edilmemiştir. Birey ve toplumun sorumluluklarını inkâr etmek de değildir. Dua; herkesin birey olarak kendisine, toplum ve halkına karşı sorumluluk ve yükümlülüklerinden kaçıp sığındığı bir sığınak değildir. Dua; uyuşturucu bir olgu değildir. Dua; ihanet, zillet, pislik ve çirkinlik lekelerini silici bir nesne de değildir
Dua aynı zamanda, insanın dert ve eziyyetlerini açıklaması, toplumsal konum ve çelişkileri, adaletsizlik ve perişanlıkları, kendisine ve toplumuna hakim olan ğayri insani koşulları dile getirmesi, kısacası tam bir durum değerlendirmesidir. Bununla beraber duada son aşama istemektir. İstekler ise insani, toplumsal ve ahlaki isteklerdir. Basit insanların istekleri basit, büyük insanların istek ve arzuları da büyük olur. Bu konuda Mevlana Şöyle demektedir. “İste, ama derecesine göre iste; bir otun bir dağı çekmeye kudreti yoktur.”
Dua; kendi kendine zillet ve güçsüzlüğü telkin değil, kendi öz gerçeğine sürekli bakış, özünü değiştirmeyi düşünme, Allah’a güvenerek kendini güçlendirmedir. Bu hilkatin namusudur. Özellikle İslam’da dua Allah’a karşı, hakikatteyse dünyadaki kitlelere karşı sorumluluklarımızı düşünmek ve onun bilincinde olmaktır.
Dua, her işini kendiliğinden bir sevgi hissi içerisinde Allah’ın huzurunda yaptığı şuuruyla hareket eden ve bu şuurla yaşayan insanın ibadetidir. Bu büyük ibadetin mahiyetini de ancak Allah’ın ihlaslı kulları anlayabilir. Zira Dua ibadeti ihlasla çok sıkı bir irtibat halindedir.
Duanın imkansızı istemek demek olmadığını söyledik. Dua, eşya hakkındaki sünnetullahı iptal etmez. Bu nedenle dualar zahiri sebepler yerine getirildikten sonra yapılır.
Cenab-ı Allah “Eğer duanız olmasaydı ne kıymetiniz vardı”[6] diye buyurdu.Üstad Bediuzzaman Sair Nursi bir risalesinde “Vermek istemeseydi, istemek vermezdi” diyor. Hadis-i Şerifte ise Peygamberimiz:
“Dua, ibadetin özüdür”[7] diye buyurulmuş olması duanın ehemmiyeti için yeterli delildir.
Dualar iki türlü yapılır. Birincisi lisan-ı hal ile yapılan dualardır. Bu dua tarzında kelimeler yer almaz.
İçinde bulunulan halin Allah’a arzı amaçlanır. İkincisi ise lisan-ı kal ile yapılan dualardır. Bu dua tarzında kelimeler vardır ve ehemmiyetlidir. Lisan-ı kal ile yapılan dualara Kur’an ve Hadis-i Şeriflerde çokça yer verilmiş ve teşvik edilmiştir.
Kur’an’da geçen duaların bir kısmı Peygamberlerin lisanı ile gelmiştir Bir kısmı ise Mü’minlerin lisanı ile gelmiştir. Bir kısmı dünya haline bakar, bir kısmı ise ahirete, kıyamete, haşir meydanına, hesaba ve mizana bakar. Bir kısmı Cennet ehlinin sevinç içindeki durumunu, bir kısmı Cehennem ehlinin elemli durumunu anlatır.
Kadının biri Resullullah’a gelip “Ya Resulullah! Biz seni hep dua yaparken görüyoruz ve senin yaptığın dualar da çoktur. Bütün bunları yapmaya gücümüz yetmiyor. Bizim için ne buyurursun?” diye sordu. Bunun üzerine Resulullah “Ya Rabbi! Resulunün senden istediği şeyleri senden istiyorum. Sana sığındığı şeylerden de sana sığınırım”[8] diye dua et buyurmuştur.
Dualar için icabet saatleri vardır ve önemlidir. Gün içinde en önemli icabet saati seher vaktidir. Zira Kur’an’da “Geceleri az uyurlar ve seherlerde istiğfar ederler.”[9] Hafta içindeki en önemli icabet saati Cuma gününe gizlenmiştir. Aylar içinde ise Ramazan ayı icabet ayıdır. Zira günün önemli bir kısmı oruç ve müştemilatı ile geçmekte ve yukarıda belirttiğimiz yakınlık/lar nedeniyle icabete açık bir hal oluşturur. Yine yıl içindeki kandil geceleri bilhassa bin aydan daha hayırlı olan kadir gecesi dualar için icabet saatleridirİcabet saatlerinin belirli bir zamanının olmaması dua ve niyaza devam halini teşvik etmek içindir. Eğer bu saatler belli olmuş olsaydı, insanlar dua ve ibadetlerini o zamanlara hasredeceklerdı. Bu ise dua ve ibadetlerdeki maksatları yansıtmamaktadır.
Dua etme hali için bazı adaplar vardır. Bu konunun detaylarını konuyu anlatan kitaplara havale etmekle birlikte ayetlerde ısrarla belirtilen bir durumu anlatmakta fayda vardır. O da: “Yalvararak ve korkarak dua etme… ”[10] (10) halidir. Neredeyse Kur’an’da duadan bahseden her yerde yalvararak ve korkarak niyazda bulunulmasınin istenmesi, dua eden kalbin haleti ruhiyesini ifade etmesi için yeterlidir.
İnzar Dergisi
-----------------------------------------------
[1] İbni Ebi Hatim atalarından rivayet edilmiştir.
[2] Abdurrezzak, Hasan’dan rivayet etmiştir
[3] İbni Cüreyc Ata’dan rivayet etmiştir
[4] Buhari ve Müslim’den rivayet edilmiştir
[5] Fizilal-il Kur’an, ilgili ayetin tefsiri
[6] Furkan Suresi 77
[7] Hadis-i Şerif Riyazus salihin
[8] Hadis-i Şerif Riyazus salihin
[9] Zariyat Suresi: 17-18
[10] A’raf Suresi 55