Terörizmin Batılı güçler tarafından kullanıldığı söylense de “Olamaz!” sözü zihinlerde yerini hep koruyor.
Eğitim kurumlarında öğretilen sahte tarih yüzünden Batı, zihnimizde öyle bir kimliğe bürünmüş ki içimizde bombalar patlatıp gencecik bedenlerimizi imha eden yapıları desteklemesini ona yakıştırmıyoruz.
Oysa yaşadıklarımız, kabullenmekte güçlük çeksek de uzak bir geçmişin, gelenekselleşmiş bir tutumun devamıdır.
Bir zamanlar deniz korsanları vardı. Korsanlar ya da deniz haydutları… Kendi gerçekliklerinde ortaya çıktılar. Önce sadece korsandılar, hayduttular. Sonra Batılı güçlerin savaş gücü haline geldiler.
Donanma sahibi ülkeler, korsanlarla işbirliği yaptılar, korsanlığı savaş zamanında düşman gemilerine saldırmanın bir yolu olarak kullanma yoluna gittiler. İlkin her devlet, diğer devletlerin bayrağını taşıyan gemilere, yabancı tüccarlara ve onların mallarına karşı yapılan saldırıları görmezlikten geldi. Hatta yoluna uydurduğunda korsanları destekledi, onların ele geçirdiklerini paylaştı. Zamanla korsanların durumu yarı resmi bir nitelik aldı, devletler bir savaş durumunda, düşman ticaret gemilerine saldırarak bu gemileri ele geçirmek ve gemideki yüke el koymak üzere korsanları kullanmayı aşıp yetkilendirmeye başladılar. Korsanlık, bu yetkilendirilmeye imrendirildi, bir çıkar kapısı haline getirildi.
Sulh günlerinde birer ticaret gemisi olarak faaliyet gösteren ve sivil şahısların idaresinde bulunan gemiler vardı. Bu gemilerin sahipleri, harp günlerinde bağlı oldukları devletten “müsaade belgesi” aldılar, ticaret gemilerine el koymak başta olmak üzere düşman devlet gemilerine yönelik savaşta korsan olarak saldırıda bulunma yetkisine sahip oldular.
Batı'da iş görmeyen şirketler, bu “müsaade belgesi” ile korsanlığı meşru bir iş gördüler, ticaretten kazanamadıkları parayı korsancılıkla kazanmaya yeltendiler. “Müsaade belgeli” sivil şahıslar tarafından donatılan ve devletlerarası savaşın bir parçası haline gelen gemiler, resmi statüye sahip bir birliğe ve otoriteye bağlı olarak yaygın bir şekilde savaşlara katıldılar.
Karşılıklı menfaat paylaşımının söz konusu olduğu bu ilişkide, korsanlar sunmuş oldukları hizmete karşılık zapt ettikleri gemiler ve yük üzerinden belli bir pay aldılar. Henüz bir donanmaya sahip olmayan ya da yeterli bir deniz gücü bulunmayan devletler de deniz savaşı için ihtiyaç duydukları denizcileri ve savaş araçlarını bu korsanlar sayesinde elde ettiler.
Bugün uluslararası rolünü ABD'ye devreden İngiltere bu işte başı çekiyordu. 1243'te İngiltere Kralı III. Henry tarafından verilen bu belgelerde korsanların uyması gereken kurallara dahi yer verilmiştir.
Sonraki yüzyıllarda İngiltere Kraliçesi Elizabeth (Ölümü: 1603), İngiliz korsanları Kraliyet Donanması'nın bir birliği gibi görmüş ve korsanlara İspanyolların deniz ticaretine engel olabilmek için devlet izniyle korsanlık yapma yetkisine sahip kılan belgeyi düzenli bir şekilde vermiş, yarı resmi bir statü tanımıştır.
Korsanlar, bu statüyle deniz savaşlarında önemli bir rol üstlenmiş, savaşta ele geçirildiklerinde ise bir ülkenin askeri gibi savaş esiri sayılmıştır.
KORSANLIĞIN MÜSLÜMANLARI HEDEF ALMASI
Başlangıçta korsanlığı daha çok birbirlerine karşı kullanan Batılı devletler, 15. yüzyıldan itibaren bu yarı resmi, bağlı oldukları devletler açısından kurallı, saldırdıkları devletler açısından sonuna kadar kuralsız güçleri İslam âleminin üzerine saldılar.
Donanma konusunda zayıf olan Müslümanlar, korsanların kuralsız saldırıları karşısında bunalmış, varlıklarını kaybetmiş, saldırılardan sonra muhatap olacakları kimseyi bulamamış, zararlarını telafi etmekte güçlük çekmiş ve nihayetinde denizde savunmayı aşacak bir konuma çıkamamışlardır. Bu savunma hâlinde kalış, Batı'nın İslam dünyası dışındaki sömürge faaliyetlerinde önünü açmış. Batılılar, bu sömürgelerden elde ettikleri güçle ve korsanları daha da aktif kullanarak Müslümanların savunma gücü konumundaki donanmalarını da batırmış, İslam âlemine karşı zafer kazanma yolunu bulmuşlardır.
KORSANLIK KARAYA ÇIKTI
Bugün terörle yaşadığımız, Batı ile ilişki açısından bir tür kara korsanlığıdır. Terör yapıları, artık yarı resmi bir duruma gelmiş, dünyadaki büyük güçlerin himayesini açıkça kazanmıştır. Belki açıktan bir belge dağıtımı söz konusu değildir. Ama korsanların himaye edildiği, desteklendiği ve onlara savaş esiri muamelesinin yapılmak istendiği açıktır. Batılı silah şirketleri, değişik kontaklarla terör gruplarına silah satıyorlar, bundan dolayı ceza almadıkları gibi bilakis Batılı değerlere hizmet etmiş sayılıyorlar.
Batı, İslam dünyasında terörizmi desteklemeyi İslam'a karşı bir direniş yolu olarak görüyor. Korsanları kullandığı dönemde olduğu gibi zayıf ordularının yapamadıklarını terör grupları üzerinden yaptırmaya çalışıyor.
Batı, bundan İslam âlemini daha da tahrip etmeyi umuyor. Bunu yapamayacaktır. Zira geçmişin Batı'sı günden güne güçlenirken bugünün Batı'sı günden güne zayıflıyor. Zayıflayan bir gücün kuralsız yapılara başvurması, daha çok zayıflamasından başka bir sonuç getirmeyecektir.
Ama asıl zararı korsanlığa yeltenenler görecektir. Hiçbir korsan güç, geniş bir coğrafyayı düzenli bir şekilde kontrol altına alıp orada uzun süreli bir otorite oluşturamamıştır.
Büyük güçlerle işbirliği içinde yapılan katliamlar, toplumların zihninde tarafların kendi başlarına yaptıkları katliamlardan çok daha kötü izler bırakır. Bu suça bulaşanlar, dünyanın hangi gücünden “müsaade belgesi” alırlarsa alsınlar, hep gayri meşru görülmüşlerdir ve görülmeye devam edileceklerdir.
Batı, yüzyıllarca desteklediği ve tahrip edici karakol olarak kullandığı korsancılığı nihayetinde 1856'da yasaklamıştır. Batı'nın korsanları, adları sanları anılmadan tarih çöplüğüne atılmak durumunda kalmışlardır.
KORSANLIK YENİLECEK
O tarihten bugün Batı, kara korsanlarını, haydutları, terör gruplarını savaşının bir parçası gibi gördü. Batı, güçlenirken bu yapıların tahribatından çok şey kazandı. Ama bugün bunu kazanma zemini kalmamıştır. Bu sefer, korsanlar da kaybedecek, kendisi de kaybedecektir.
Korsan yapılar yıkıcıdır, yıkar ama inşa edemez, sadece bağlı olduğu gücü besler, onun çıkarının bir piyonu olur. Sol yapılar da bütün dünyada olduğu gibi İslam âleminde böyle bir rol üstlendi. Yıktı yaktı ama zayıf toplumlara bir şey kazandırmadı. İslam âleminde ise bir şey kazandırmak bir yana daha da geri götürücü bir güç olarak iş gördü. Emperyalizm karşıtlığı adı altında Müslüman gençleri aldattı ama Batı'nın projelerinin bir ayağı oldu.
Dün bu yapıların Batı'yla ilişki yüzü saklıydı. Batı, “insan hakları” havarisi kesildiğinden bu yapılarla bağının açığa çıkmasını kendisi açısından kabullenilemez görüyordu. Bugün bu yapılarla açıktan işbirliği yapmakta hiçbir sakınca görmüyor. Dün sadece terör grupları battı, bugün onlarla bağlarını açığa vuranlar da batacaktır.
Ancak İslam âleminin kendisini doğru tarif etmeye, kendi birliğini sağlayan ilkelerle bağını sağlamlaştırmaya gereksinimi vardır. Batılı değerlerle Batı'ya karşı durulmaz. İnsanlığın son dönemde öğrendiği en önemli hakikatlerden biridir bu.
İslam âlemi, hızla kendi değerlerini inşa edecek, Batı'dan kendisine bulaşan sosyalizm, kapitalizm gibi kirlerden arındığı gibi ırkçılıktan da arınacaktır. Sosyalizm, İslam âleminde Batı'nın bir asimilasyon gücü olarak işlev görüyorsa ırkçılık, bölücü ve yıkıcı bir gücü olarak işlev görüyor.
Hiçbir yapının ırkçılığı meşru görülemez. Her ırkçılık eninde sonunda dış güçlerin işini kolaylaştırır. Sosyalizm gibi ırkçılık da tümden reddedildiği an, Müslümanlar toparlanma, buluşma ve büyük bir güç olma yolunu bulacaklardır.
İnancımızla, Kur'an ve Sünnetle bağımız zayıflamışsa da yaşadıklarımız, ırkçılıktan uzak durmamıza istekli olmamız için kâfidir. Biz, İslam'ın ırkçılık karşıtı hükümlerini özümsememiş olsak da başımızdan geçenler, ırkçılığın her türüne lanet okuyup ondan sıyrılmamız için yeterli olmalıdır.
Kurtuluşumuz, ondan hep birlikte sıyrıldığımız gün olacaktır.