Ortadoğu denilen İslam coğrafyası, tarihinin en zor dönemlerinden geçiyor dersek mübalağa etmiş olmayız. Osmanlı Devleti’nin tarihe karışmasından sonra, coğrafyamız İngiliz ve Fransızların işgaline uğradı. Bölge, bulundurduğu zengin enerji kaynakları açısından öteden beri büyük devletlerin iştahlarını kabartıyordu. İkinci dünya savaşına kadar Emperyalist güçlerin rekabet sahası olan bölge, savaşın ardından ağırlıklı olarak Amerika’nın etki alanına girdi.
Ekonomik açıdan bakıldığında, dünya petrolünün % 70’i, doğalgaz’ın da %35’i bu bölgeden çıkarılmaktadır. Coğrafi açıdan da bölge eşsiz bir konuma sahiptir. Süveyş, boğazlar, Basra körfezi gibi önemli geçiş yolları, bölgeyi önemli kılan başlıca nedenler arasında. Ayrıca semavi dinlerin doğup yayıldığı yer olması ve İslamiyet, Hiristiyanlık ve Yahudilik nezdinde kutsal bilinen Kudüs’ün burada olması bölgeyi öteden beri ilgi odağı haline getiren diğer önemli sebeplerden biri olmuştur.
Asırlardan beri yurtsuz yaşama zilletini yaşamış Yahudi milleti, Osmanlının hasta adam olarak anılmaya başlandığı on dokuzuncu asrın sonlarında Filistin’de kendilerine bir yurt hayal etmeye başlar ve bu amacı gerçekleştirecek Siyonist hareketi oluştururlar. Osmanlı devleti zayıf olmasına rağmen tahttaki Padişah İkinci Abdülhamit, Siyonistlerin bu hedefe varmalarına engel olur. Osmanlının yıkılmasından sonra ise Filistin İngiliz manda yönetimi altına girer. Yahudiler bunu fırsat bilerek hızla çalışır ve Filistin topraklarına dünyanın değişik yerlerinden Yahudiler göç ettirilir. Kurdukları terör örgütleriyle tedhiş hareketlerine başlayan Siyonistler en son 1948’de bir devlet kurmaya muvaffak olurlar. Adı İsrail olan bu devler kurulalıdan beri bütün bir bölge ve İslam Alemi için yegane sorun haline geldi.
Geçen asrın ikinci yarısından sonra sözde bağımsızlıklarına kavuşan bölge ülkeleri, bu defa batının kuklası diktatör idarelerin pençesine düştü. Bu yönetimler işgalci İsrail ve destekleyicilerine karşı hiçbir şey yapmadılar. Yaptıkları tek şey, yönettikleri Müslüman halkın sesini kısmak, onlara envai türlü baskı ve işkenceler uygulamak oldu. İsrail’e karşı yenilginin oluşturduğu ayıbın ve zilletin baskısını bu şekilde gizlemeye, örtmeye çabaladılar.
Bölgede ilk olarak, İran halkı 1979’da ülkeyi yöneten diktatör rejime karşı ayaklandı. Tarihin ve bölgenin seyrini değiştiren İran İslam inqilabı gerçekleşti. Ümmetin silkinişi yolunda beliren bu ilk işaret bütün Müslümanların gönlünde zalimlere karşı cesaretin kaynağı oldu. İnqilab Rehberi İmam Humeyni’nin verdiği mesajlar bölgenin diktatör rejimleri ile onları himaye eden büyük güçleri korkuttu. Irak öncülüğünde İslam İnqilabı’na karşı başlatılan saldırıya, çoğu Arap devletleri ile beraber bütün Batı dünyası da destek sağladı. İsrail’e karşı bir şey yapmayan zengin Arap devletleri, sekiz yıl boyunca İran’a karşı savaşan Saddam’a destek sağladılar. Uzun süren savaşta iki milyona yakın müslümanın kanı aktı. Batı ve onun yerli işbirlikçilerine hak, hukuk ve özgürlük adına meydan okumanın faturası böyle yüksek oldu.
İran’da meydana gelen İslam İnqilab’ının oluşturduğu etki ile arada geçen otuz küsür yıldan sonra, bölge yeniden bir hareketlilik ve dalgalanmaya sahne oldu. Halk sokaklara döküldü ve önemli diktatörler koltuklarını ve iktidarlarını yitirdiler. Bunların kimisi ülkeden kaçtı,kimisi istifa etti, kimi de halkın eliyle linç edildi.Halk ayaklanması dalgası Suriye’ye gelip dayanınca işler değişti.
Suriye’de ilk aylarda başlayan barışçı, sivil eylemler çok geçmeden bazı dış güçlerce silahlandırıldı. İran karşıtı cephe tarafından silahlandırılan muhalif güçler ile rejim ordusu arasında üç yılını tamamlayan iç savaşta maddi ve manevi hasar çok yüksek rakamlara ulaşmış bulunmakta.Yüz yirmi bini aşan can kaybı; bunların on iki bini çocuk.On binlerce kayıp ve iki yüz bine yakın cezaevlerinde insan. Dışarıya kaçabilmiş mültecilerin dramı ve içeride açlıktan ölen çocuklar ile beraber daha nice acılar yaşıyor Suriye halkı.
Dahası bu ateşin çevre yayılıp bütün bir bölgeyi sarma ihtimali giderek artıyor. İran ve Suudi Arabistan rekabeti bir mezhep savaşına dönüşme tehlikesini barındırıyor maalesef. Suudi şefleri İran’a karşı İsrail’le bile işbirliğine giderken İran ve Hizbullah da ölümüne Baas rejimini desteklemeye devam ediyorlar. Geçen hafta Aşura günü münasebetiyle Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrallah, güçlerinin Suriye’de sonuna kadar kalacağını açıklamasının ardından Beyrut’taki patlamalar geldi. Bu işin sonu daha kötüye gitmesin diye dua edelim ama gelecek hiç de iyi görünmüyor. Allah Müslümanlara basiret versin de bu ateş sönsün inşallah.