Yeryüzünün en zararlı, yıkıcı, yıpratıcı yaratığı insandır. Hiçbir canlı hem kendi hemcinslerine hem de diğer canlı ve cansızlara, insan kadar zarar vermiş değildir.
Özelikle 20. yüzyıl, içinde barındırdığı iki dünya savaşı ve iç çatışmalar neticesinde, tam bir katliam yüzyılı olmuştur. Cornell Üniversitesi'nden Milton Leitenberg'in yaptığı araştırması neticesinde yayımladığı rakamlar hayli çarpıcıdır:
İslami Analiz internet sitesi, konu ile ilgili rakamları şu şekilde yayımlamış:
Birinci Dünya Savaşı'nda yaklaşık 13 ila 15 milyon,
1918-1922 yılları arasındaki Rus iç savaşında 12,5 milyon,
1909-1916 yılları arasında Meksika iç savaşında 1 milyon,
1936-1939 yılları arasındaki İspanya iç savaşında 600 bin,
1914 öncesi çeşitli sömürge müdahalelerinde yaklaşık 1,5 milyon,
İkinci Dünya Savaşı'nda yaklaşık 65-75 milyon,
1945'ten 2000 yılına kadar olan çatışma ve savaşlarda yaklaşık 41 milyon,
kişinin öldüğü tahmin ediliyor.
Leitenberg (2006) bütün sonuçların toplandığında 20. yüzyıldaki savaş ve çatışmalarda yaklaşık 136,5 milyon ila 148 milyon arasında insanın öldüğünü belirtiyor.
ABD ve Avrupa bu yaşanan süreçten bir ders çıkarmış gibi: Yaşanacak çatışma ve katliamları kendi sınırlarının dışında tutmak ve özelikle Müslüman coğrafyalara taşımak. Hali hazırda yaşananlar başka söze hacet bırakmıyor.
Acaba İslam dünyası bunca ölümlerden ne zaman ders çıkaracak? Avrupa, yaşadığı Otuz ve Yüz Yıl Savaşları ile Birinci ve İkinci Dünya Savaşları neticesinde karşılaştığı acımasızlıklar nedeniyle günümüz çatışmasızlığını yaşıyor. Öyle ise bizler de aynı süreçten mi geçmeliyiz? Yani kafamızın dank etmesi mi lazım? Onların kavuştuğu barışa erişmemiz için, yine onların yaşadığı savaşları bizlerin de yaşaması mı lazım? Bu bir şart mı?
İnsan sosyal bir varlıktır. Sosyal bilimlerde ise mutlak doğru diye bir şey yoktur. Hoş bu son söylediğim de mutlak doğru değildir ya, her neyse…
Tarihler 1 Eylül 1939 yılını gösterdiğinde, Almanlar ya da Naziler Polonya'yı işgal etti. Zaten İkinci Dünya Savaşı diye isimlendirdiğimiz katliamlarla dolu savaş, bu şekilde başlamış oldu. İlk etapta işgal günü olan 1 Eylül, BM tarafından “Dünya Barış” günü olarak kabul edildi.
İnsanoğlunun çatışmacı yönü bu günün tarihinde bile kendisini göstermiştir. Aynı BM, aldığı bir karar ile 21 Eylül'ü “Uluslararası Barış Günü” olarak ilan etti. Türkiye'de 1 Eylül'de kutlanan gün, aslında 160 ülke tarafından 21 Eylül'de kutlanıyor.
Tabi çelişkiler sadece niceliksel değil. Maalesef BM gibi birçok kurumun Batılı insanların çıkarlarını korumaya yönelik kurulduğunu görüyoruz. Barış ve demokrasi diye diye, Batılılar tarafından öldürülen insanların haddi hesabı yok.
En çarpıcı örnek Bosna'dan. Yugoslavya iç savaşında, Srebrenitsa'yı Sırplara BM adına Hollandalı askerler teslim etti. Bunun akabinde tarihin şahit olduğu en barbar katliamlardan biri, BM'nin gözü önünde, hatta gözetiminde yaşandı.
Bölgeye uygulanan silah ambargosu yüzünden kendilerini koruyacak silahtan mahrum kalan Boşnaklar, yukarıda belirtilen teslimattan sonra, BM'nin güvenlik bölgesi olarak ilan ettiği Srebrenitsa'da büyük bir katliam yaşadılar. Maalesef 11 Temmuz 1995 günü 8.000'den fazla Müslüman katledilerek, İkinci Dünya Savaşından sonra en büyük katliam gerçekleştirildi.
Konu ile ilgili olarak Aliya İzzetbegoviç, ”Köle Olmayacağız” adlı kitabında; BM Güvenlik Konseyinde yaptığı konuşmayı alıntılayarak: “Ya bizleri koruyun ya da kendimizi korumamıza izin verin. Her iki hakkı da bizden almaya hakkınız yoktur.” demektedir.
Kanaatimce; insanoğlunun “Barış Günü” diye bir günü kutlamaya hiç hakkı yoktur.