Geçmişte çok zor bölgelerde görev yapmış deneyimli BM görevlisi Gerry Lane, nihayet ailesine zaman ayırdığını düşündüğü bir dönemde kendini bambaşka olayların merkezinde buluyor. Bütün dünyayı dize getiren bir virüs yayılmış, bu virüsün bulaştığı kişilerce ısırılan insanları 12 saniyede zombiye dönüşüyor. İçgüdüsel olarak zombiler ısırılacak sağlıklı insanların peşine düşüyor. Özellikle sese karşı çok hassas olan bu zombilerin karşısında duracak hiçbir ordu veya güç yok.
Gerry Lane ailesinin güvende tutulması karşılığında, virüsün kaynağını bulmak ve o kaynaktan aşısını elde etmek isteyen gurubu organize etme görevini kabul eder. Birlikte Güney Kore'ye uçarlar. Ama timin beyni olan biyolog sakarlığının kurbanı olur. Gerry tek başına elinden geleni yapmak zorundadır. Vazgeçmek bir lüksü de yoktur. Aksi takdirde değil işi bırakmak, ona karşı beslenen umut tükendiği anda ailesinin güven içinde yaşadığı gemiden kovulacaktır.
Dünyada enfekte olmamış bölgeler de var. Kuzey Kore 23 milyon insanın dişini sökerek ülkesini korumaya almış. Ama daha modern çözümler bulan bölgeler de var. israil!
Film klasik bir zombi filmi. Kalitesi her yönüyle olağanüstü, hikâyesi son derece sürükleyici. Oyunculuk kalitesi ve izleyicinin midesini alt üst eden kanlı sahnelerden özenle kaçmış olması bir başka artı.
Filmin başkarakteri Gerry bu maceraya girmesi için ailesinin koz olarak kullanılması Hollywood'un aile mefhumuna ne denli bağlı olduğunun göstergesi. Hakikat bu aslında.
Her şeyden evvel aile ön planda olmalıdır. Ailesi için yapabileceği bir şeyler varken, bahanesi ne olursa olsun onu esirgemek ve onları ötelemenin kabul edilir hiçbir yanı yoktur. Çünkü insan, her şeyden önce ailesinden mesuldür. Ailesine el atmayanın topluma bir fayda sağlaması beklenemez. Elbette elinden geleni esirgemediği halde bu konuda başarıl olamayanlar, bahsettiğimiz konunun öznesi değillerdir.
Hollywood'a bir güzelleme yaptıktan sonra asıl konumuza dönmek istiyorum. Gerçi bu konuda yazılan birçok yorum var. Bun rağmen ben de bahsetmek istiyorum. Filmin en can alıcı sekansı Kudüs'te geçiyor. Başta belirttiğimiz gibi israil de bu salgından bir şekilde korunmuş. Bu salgına karşı daha önce başlayıp bitirdiği bir duvar sayesinde emniyet içindedir.
Gerçek dünyada israilin yaptığı bir duvar zaten var ve bu duvar bir şekilde değişik aktivistler sayesinden sürekli gündemde tutuluyor ve eleştiriliyor. Muhakkak her vicdan sahibi bu konuya eleştiriyel bakacaktır. Ama algı dünyasına hitap eden sinema sektörünün bu gibi konularda üstlendiği vazifeleri nasıl başarılı bir şekilde ifa ettiğine sık sık şahit oluyoruz.
Örneğin Yüzüklerin Efendisi'ndeki Saruman karakteri. Saruman filmde yozlaşan ve şeytanla işbirliği yapan bir büyücü. Kötü karakterler normal şartlarda nerdeyse istisnasız karanlık çehreyle gösterilir. Şeytani güçlerle ilişkisi olan ve asla onunla empati yapılamayacak olan karakterlerin yüzü karanlıktır ve yüzlerindeki ışıklar genelde yarımdır. Yani yüzün bir kısmı karanlık bir kısmı ise ışık alıyor. Böylece haklarında bir ikilem düşüncesi oluşturulmaya çalışılıyor. Söz konusu serideki diğer bütün kötü karakterler o şekilde resmedildiği halde Saruman torpil geçilmiş. Sürekli apaydın bir çehreyle karşımızda. Hatta oynadığı sahneler genelde karanlık ve yer altında olmasına rağmen gereğinden fazla yüzü aydınlatılmış.
Neden mi?
Yüzünü bize ezberlettiriyorlar da ondan… Hem de her detayıyla. Bir daha o çehreyle nerede karşılaşırsak karşılaşalım o şeytan, o hain ve o kalleş büyücüyü hatırlayalım istiyorlar. Şimdi görsellerden Saruman Google görsellerinden bulduğumuz Saruman görselini bir kenara koyalım ve gerçek hayatta ona benzeyen birini bulalım. Karşımıza Şeyh Ahmet Yasin çıkacaktır. Hani o kahraman ve nurani adam. Ömrü, israil zindanlarında ve direniş meydanlarında geçen vücudunun tamamı felçli adam. Bir tekerlekli sandalye mahkûmu ama bir ordunun durdurmadığı bir yiğit. Sabah namazlarını bile camiye gidecek kadar takva sahibi bir er. O kadar çok ondan korkuyorlar ki, onu bir füzeyle katletmek zorunda kalacaklar. Ama rezil olacaklarının da farkındalar. Koca(!) israil ordusu tekerlekli sandalyeye mahkûm bir piri faniyi füzeyle ortadan kaldırmaya çalışıyor!
En azında birileri onun resmini görünce kötülüklerin efendisi olan Sauronun hizmetkârı Sarumanı hatırlasın diye bu sahneleri planladılar. Aksi takdirde bir sinema dehası olan Peter Jacekson nasıl da eleştirilirdi, değil mi?
Şimdi bizim “Dünya Savaşı Z” filmine dönelim.
Bu film, israilin Filistinlilere karşı yaptığı en büyük zulümlerden biri olan utanç duvarının zihinlerde haklı bir gerekçe olarak algılanmasına hizmet etsin diye yapılmış desek abartmamış oluruz. Filmden bu sahneyi çıkarınca geriye hiçbir şey kalmıyor. Bütün düğümler orada çözülüyor ve israilin şirin(!) askercikleri ile orada tanışıyoruz.
Adamların işi ne? Tabi ki bunu yapacaklar. Tabi ki bir şiddet sahnesi kurguladıklarında arka fona minare görüntüsü ve ezan sesi döşeyecekler. Tabi ki israil askerleri masum gencecik çocuklar olarak tasvir edecekler. Tabi ki coninin askeri her şartta insanlığı kurtaracak, en hayati operasyonlarında bile bir hayvan için dahi olsa riski göze alıp operasyonların şeklini değiştirecekler. Medyada arada bir gördüğümüz çok nadir sahneler bu sahnelerle yer değiştirecek ve aklanıp paklanacaklar.
Zombi ve vampir gerçeğini unutmadığımı belirteyim. Belki bir gün onu da yazarım inşallah…