“Kim güzel bir şefaatle şefaatte bulunursa (faydalı bir işe aracı olursa), ona bundan bir nasip vardır. Kim de kötü bir himaye ile şefaatte bulunursa, ona da bundan bir hisse vardır. Allah, her şeye gücü yeten (ve her şeyi gören)dir.”(1)
“Vallahi, senin sayende Allah’ın birine hidayet vermesi, senin için, kırmızı tüylü develerin (dünya nimetlerinin en kıymetlilerinin) sana bahşolunmasından daha hayırlıdır, “ (2)
“Vallahi senin elinle Allah’ın bir tek adamı hidayete, doğru yola eriştirmesi, senin için üzerine güneşin doğduğu veya battığı her şeyden daha hayırlıdır.”
Bir kişinin hidayetine vesile olmanın, dünya ve içindekilerden daha kıymetli olduğunun şuurunda ve bu şuurun gereğini yerine getirme endişesi içinde olan kardeşlerimiz/okuyucularımız!.. Biz kardeşlerimizi / okuyucularımızı böyle görüyor ve böyle biliyoruz.
Bu şuurda olmak ve gereğini yerine getirmek için uğraşmak Yüce Allah (cc)’ın hidayetindendir. Bu hidayeti, kullarından kime dilerse, kendi lütfundan ve hikmetinin bir gereği olarak ona verir. O’nun hidayet vermesi; sevgisinin ve sevdiğinin bir alametidir.
Tüm kardeşlerin; bu hidayeti arttırmak, sevgiyi daha da ileri götürmek, Peygamberler, şehidler ve salihlerle birlikte olma, onlarla cennette arkadaşlık etme arzusuyla dolup taştığını biliyoruz. Bu arzuya ulaşmak için sadece bir kişinin hidayetine vesile olmaya çalışmak yeterli gelmez. O halde, şeytan ve dostlarının insanları dalalete sürüklediği/ sürüklemeye çalıştığı bütün hile ve oyunlarını bozmak, dolayısıyla çok kişinin hidayetine vesile olma gayreti içinde olmak lazımdır.
Bizler kendimizi bu konumda görüyorsak -ki inşaallah öyleyizdir- o zaman mükellefiyetimizin gereği neyse ve nasıl yerine getirilmesi lazımsa, onunla mücehhez olup öyle hareket etmemiz gerekir.
Bu düşünce ve şuurda olup bunun gayreti içinde olmak, görünmek ve tanınmak bir ayrıcalıktır. Bu ayrıcalık; tanıştığımız, görüştüğümüz ve konuştuğumuz çok az insanda olan bir haslettir. Öyle gözüktüğümüz ve bilindiğimiz için halkın, dost ve düşmanın bize bakış açıları, müspet-menfi değerlendirme ve tepkileri de lâlettayin değildir, ayrıdır.
Planlı, programlı ve sistemli olarak İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık edenler; inançlarının gereğini yerine getirme gayreti içinde olan Müslümanların, onları temsil eden şahıs, kurum ve kuruluşların eksikliklerini, yanlış ve hatalarını çok daha farklı şekillerde işleyerek saldırırlar. Bu vesileyle insanları İslam’dan uzaklaştırmaya çalıştıklarını görüyor ve biliyoruz. Doğal olarak bunların eline malzeme vermenin ve malzeme olmanın mesuliyeti ve hesabı ağırdır. Bunlar hiç yoktan da senaryolar üreterek saldırılarını yapacaklar/yapıyorlar. Biz onlara malzeme vermedikten sonra karakter ve ahlaklarını diledikleri gibi pazarlasınlar!
Bizim için mühim olan; İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık yapan, ama niçin düşmanlık yaptığını bilmeyen; Müslüman olduğu halde İslamî mükellefiyetinden habersiz olan; İslam’ı yaşamak istediği halde nasıl yaşayacağını bilmeyen insanlardır. Bunlar; iş ve okul arkadaşlarımız ya da komşumuz, köylümüz ve akrabalarımız olabilirler. Bu durumda olanların çoğu, ilk etapta bizden görecekleriyle yani yaşantımızdan edindikleri intiba ile yetinirler.
Elbette doğru olan, birilerinin yaşayış ve davranışlarına göre kendini şekillendirme değil; Kur’an ve Sünneti, Sahabe-i Kiram’ı ve yaşantılarını bilerek, öğrenerek kendini şekillendirmesidir.
Şu bir gerçektir ki, tarihte ve günümüzde bir topluluk hatta bir şahıs İslam’ı ihlâs ve sadakatle öğrenme, öğretme, yaşama ve yaşatma cehdi içinde olduğu zaman etraflarını aydınlatmışlardır. Böylece örnek bir çevrenin, bir topluluğun oluşmasına sebep olmuşlardır.
Zaman ve şartlar, bizleri büyük bir sorumluluk altına almıştır. Tahmin ettiğimizden daha büyük bir sorumluluk bizi beklemektedir. Bu sorumluluğu yerine getirmenin temel şartı, sağlam bir akideye sahip olmak farz, sünnet ve nafile ibadetlerin gereği gibi yerine getirilmesidir.
Konuştuğumuzda doğru konuşmalı, söz verdiğimizde sadık olmalı, emanete ihanet etmemeli, imkânlarımız ölçüsünde çevremize yardımcı olmalıyız. Bu hasletler, temel düsturumuz olsun.
Mazlum, mağdur ve muhtaç olanların; bela ve musibete duçar kalanların dertlerine ortak olup imkânlarımız ölçüsünde yardımlarına koşalım.
Bizi sevmeyenler hatta düşmanlık yapanlar bile baş başa kalıp bizi değerlendirdiklerinde; “Biz onları tasvip etmiyoruz, inandıklarına inanmıyoruz, yaşadıklarını yaşamıyor, onlara karşı koymaya devam ediyoruz ve karşı koymaktan da geri kalmayacağız. Buna rağmen haklarını teslim etmek lazım ki, inançlarının gereklerini yerine getirmede gerçekten samimidirler, cesurdurlar. Doğru konuşurlar, sözlerine sadıktırlar. Aleyhlerine de olsa adalet ölçüsünü esas almaktan çekinmezler. Mazlumun, mağdurun, ihtiyaç sahiplerinin yanındadırlar” diye itiraf etmelidirler.
Bizi sevenler de, bizi ilk gördüklerinde, ilk anda Allah ve Resulü Aleyhisselatu vesselam’ı hatırlamalıdırlar. Ölümü ve ölüm ötesinin hesabını; Müslümanları ve Müslümanların sıkıntılarını hatırlamalıdırlar. Bizimle olan kısacık bir beraberliklerinde bile müspet kazanımlarla ayrılabilmelidirler.
Şayet bizlerden birileri İslam’a hizmeti esas alan bir dernek, vakıf, işyeri ya da kitapevi gibi yerlerde kalıyor veya oralarda görevliyse, bu durumda mesuliyet daha da artacaktır. İhmalkârlık, duyarsızlık ve laubalilik bulunduğumuz yerde ve çatı altında yapılan hizmete halel getirecektir. Hatta bu durum söz konusu çatı altında hizmet eden samimi ve ihlâslı kardeşlerinizin de hizmetlerine halel getirecektir. Elbette bunun hesabı ve vebali de ağır olacaktır. Bu yüzden çok kişiye mubah olan şeyleri bile bizim yapmamız belki doğru olmayabilir.
Hem bulunduğumuz yerde hem de dışarıda bütün yaşantımız ve davranışlarımız Allah’ın hududunu muhafaza ve Hz. Peygamber Aleyhisselatu vesselam’ın sünneti çerçevesinde olmalıdır.
Bulunduğumuz yerde ihtilaflı ve tartışmalı konulara müsaade etmeyelim. Kimseyle tartışmaya hiç girmeyelim. Birleştiricilik meziyetine sahip olalım. Ayrılık ve dağınıklığa değil…
Gıybet ve dedikoduya sebep olacak her sözden şiddetle kaçınalım. Başkasının da yapmasına hikmetle engel olalım. Kimseyi gücendirmeyelim ve tenkit etmeyelim.
Yanımıza gelip gidenleri karşılama ve uğurlamada sıcak davranalım, güler yüzlü olalım. Hürmet, saygı ve sevgiyi ihmal etmeyelim. Sözlerimizin güzelliğiyle, konuşmalarımızın tatlılığıyla gönülleri fethedelim.
İlk defa gördüğümüz ve daha önce hiç tanımadığımız şahıslar ziyaretimize/yanımıza geldikleri zaman ihmal etmeyelim. Alaka ve ilgide ihmalkâr davranmayalım. Oluşturduğumuz İslamî atmosferden onlar da nasiplenmelidirler.
Asık suratlı olmayalım. Kimseyi kınayıp kızmayalım. Gereksiz konuşmayalım, kendimizi her konuda konuşma mecburiyetinde hissetmeyelim.
Sünnete muhalif hiçbir davranış ve söze fırsat vermeyelim.
Bulunduğumuz mekânın her türlü temizliğine önem verelim. Bazıları; ‘Bunlar şekilciliğe önem veriyorlar’ dese bile, giyim-kuşamımız İslamî şahsiyetimize ve görevimize uygun olsun.
Yanımızda namaz kılacak yerimiz olsa bile, en yakın camide cemaatle vaktinde namaz kılmayı prensip edinelim. Gerekirse, işyerimizi kapatıp camide cemaatle namaz kılmaya gidelim. Namaz vaktinden en az 15 dakika önce yanımızda bulunanlara namaza hazır olmaları için hatırlatmada bulunalım.
Yaptığımız, yapacağımız ve konuşacağımız her şeyden hesaba çekileceğimizi unutmayalım. Mevla’m, bu konuda bizi uyanık tutsun ve bu bilinçle hareket etmede bize yardımcı olsun.
Allah’a emanet olun…
DİPNOTLAR
(1) Nisa Suresi: 85
(2) Buhari-Müslim