ABD'li bilim insanı Paul E. Rondeau, “Amerika'ya Eşcinsellik Satmak” başlıklı makalesinde, GRID’in, AIDS'in ilk adı olduğunu belirtmiştir. AIDS'in ilk ortaya çıktığı zamanlarda tıp dünyası bu hastalığa ''GRID (Gay Related Immun Disorder/Eşcinsellikle İlişkili Bağışıklık Sistemi Bozukluğu)'' verilmiş iken, ''GRID toplumda yaygınlaşmaya başlayınca, halkın tedirgin olması üzerine, eşcinsellik sapkın akımı hızla düşüşe geçiyor. Bu tedirginliğin yanı sıra, bilinçaltında da bu sapkın akıma karşı olumsuz bir algı oluşuyor. Daha sonraları, 1980'li yılların başlarında, eşcinsel lobiler devreye giriyor ve tıp camiasına baskı yaparak, hastalığın adını AIDS (Edinilmiş Bağışıklık Sistemi Bozukluğu) olarak değiştiriliyor.
Tabi, ismin değişmesi hiçbir sonucu ve gerçeği değiştirmese de bilinçaltında bu akıma karşı duyulan nefret algısı zamanla beraber erozyona uğradı.
Yıllarca dünyayı kasıp kavuran bu hastalık, yıllar içerisinde yüz binlerin hayatına mal oldu. Bu hastalık tam bir felaket oldu. Böyle bir felaketin temelinde de sapkınlar güruhu LGBTİ denilen topluluk ve onların meş’um fiilleri yatıyordu. Ama bunca felakete rağmen, birileri devreye girerek, bu topluluğun ve onların ilişki şeklini tamamen mahkûm eden yaklaşımı ortadan kaldırdı. Böylelikle o günden bu yana tekrar bu ifsat şebekesi faaliyetlerini yoğunlaştırdı. Demem o ki, bu faaliyetlerin arkasında uluslararası bir organizasyon ve lobi faaliyeti mevcuttur. Bu hareket, sıradan bir sapkın hareket değildir. Ve artık dünyanın farklı yerlerinde aklı başında bazı devlet adamları, bu akımın insanlık için her açıdan büyük bir felaket olduğunu görerek yeni bir tavır ortaya koymaya başladılar. Kimi ülkelerde bu yönde ciddi adımlar atılmaya başlandı ve bu akımın çok büyük bir tehlike olduğu vurgulandı. Bu bağlamda olmak üzere, en son Rusya ve Polonya’nın bu minvalde attıkları adımlar ve yaptıkları açıklamalar örnek verilebilir.
Toplum sağlığı, insan nesli ve toplumsal ahlak açısından tüm dünyayı tehdit eden bu gerici ve hayvani akım, özellikle İslam ülkelerinde halkımızı değerlerinden koparmak için faaliyetlerini yoğunlaştırmış bulunmaktadır. Aslında bu bir savaş türüdür. Hatta konvansiyonel savaştan çok daha tehlikeli olup toplumun tüm dinamiklerini hedef alan sinsi bir savaştır. Artık öyle ki, bu akımın galip geldiği yerde din diye bir şey ortada kalmaz.
Yavaş yavaş ve peyderpey yürütülen bu savaşın neticesinde tüm toplumsal dinamikler hedef alınır ve altları oyulur. Bu sinsi saldırılar, temel insan hakları ve özgürlükler kılıfı arkasına saklanır.
Uluslararası bağlantıları olan bu terör örgütü, büyük bir finansal desteğe sahiptir. Bu uluslararası terör örgütünün yurt içinde farklı alan ve kademelerden destekçileri ve mensupları vardır. Siyasetten orduya, bürokrasiden iş dünyasına kadar birçok alanda bu terör örgütü ile ilişki içerisinde olanlar vardır. Her geçen gün ellerindeki imkânlar ve şantaj unsurları ile ağlarını genişletmektedir.
Bu açıdan hadiseye bakıldığı zaman, hemen aklımıza İstanbul sözleşmesi gelmektedir. Bilinmelidir ki, bu akım bu seviyeye bir günde gelmedi. Kim bilir ne gibi yollarla yasallaştırılan İstanbul sözleşmesi gibi zeminleri kullanarak ilmek ilmek dokudukları bir kazanım ile bu günlere geldiler. Son derece organizeli olan bu yapı her kademede güçlerini artırıp toplumda siyaset ve yönetimi belirleyen bir güç haline dönüşmek istemektedir.
Tüm dünyanın başına bela olan bu akım, terör örgütü ilan edilmeli ve mahkûm edilmelidir. Titiz bir istihbari çalışma yapılacak olunursa, bunların alalede fasit bir güruh olmadığı, tam tersine yöneticileri olan son derece örgütlü bir yapı olduğu görülecektir.
Başta İstanbul sözleşmesi olmak üzere, bu zihniyeti besleyen bütün zeminler ortadan kaldırılmalıdır.
İdarecilerimiz en azından Rusya ve Polonya’nın yöneticileri kadar cesur olmalıdır. Geç olmadan, iş işten geçmeden…