Kendisinden öncekilerin yaptığı gibi kendisi de müstemleke valisi gibi davranıp ileri geri rahatça konuşabiliyordu. Buradan Kabil'e atanacağı için bundan böyle Kabil'de istediği şekilde davranabilir. Zira yönetim de ortam da Bass için son derece uygun. “Mütekabiliyet” mefhumunu dikkate alabilen biri olmadığı gibi dert edinen de yok.
Aslında gittikleri ülkelere ve iç işlerine karşı hiç de nazik olmayan gayri medeni tutumlar sergilemek, Amerikalı elçilerin ruhunda var. Bu psikolojinin altında yatan gerçek sebep ise kendini “dünyanın hakimi görme” güvenidir. Dünya beşten büyüktür söylemini küçümseyip Amerika dünyadan büyüktür düşüncesiyle yola çıktıklarından dolayı, gittikleri ülkelerde rahat davranıyorlar. Çünkü bu davranış ve bu zihniyet sahipleri, böyle davranmayı bir hak olarak telakki ediyorlar.
Bu nedenledir ki ne zaman ve nerede bir ABD büyükelçisi, konsolosu veya mensubu bir yerde görülürse kimsenin aklına masum bir gezi gelmiyor. Belki çok film izlediğimizi bazıları düşünebilir. O kadar film izlemesek de kendimizi hep bu filmin çekim sahasında bir ömürdür görüyoruz. Bu sahada hep suçlanan olmamıza karşın birçok gözaltında “CIA veya Mossad'dan gelen ve sorguya katılan” adıyla birçok olaya şahit olduk. ABD elçilik çalışanı Metin Topuz'un veya kendi deyimiyle Amir'inin, acaba üzerinde DEA yazan kabanla, yani ABD Adalet Bakanlığı Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi personeli olarak kaç sorguya kaç işkenceye katıldığını düşünemeden edemiyor insan. Elbette Yakup Saygılı ve Zekeriya Öz ile birlikte oldukları lale devrini kast ediyorum.
Hani bu elçilerin huylarıdır dedik de bu huylara örnek vermedik. Hatırlanırsa 2013 Haziran'ının sonlarında ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone, Diyarbakır'a bir gezi düzenlemişti de sonrası tufan olmuştu. Adeta HDP'lilere destek ve gövde gösterisi olacak şekilde davranıp müstemleke valisi gibi açıklamalar yaptığında gündeme oturmuştu. 6-8 Ekim olayları da bu geziden üç küsur ay sonra kontrollü olarak patlak vermişti. Alttan alta Ricciardone'nin desteği olmasaydı bu cesareti o caniler bulabilir miydi?
Neticede şu an Bass'ın hükümetten randevu alamayacak kadar yalnızlaşması, iş yapamayacak dereceye gelmesi yaptıklarına binaendir. Tıpkı Ricciardone gibi yalnızlaşıp gitmekten başka yol bulamaması gibi. Aslında bu kötülenecek bir durum değil. Zira tüm elçiler bu iş için görevlendirilmiş olup bölgede saha ajanı vazifesini görüyorlar. Bu vazifeyi de açıktan yapma gibi bir özgüvenleri olduğu için daha uzun ömürlü olamıyorlar. Dolayısıyla görevleri olan fitne tohumları saçma işini iyi becerdikleri için bugün gündem olmuş durumdalar.
Tüm bu gelişmelerin Bass tarafından Metin Topuz yüzünden olduğunun dile getirilmesi Almanya'nın da ajanlık isnadıyla tutuklu Deniz Yücel'e Fransa'nın da ayını isnattan tutuklu Loup Bureau'ya verdiği önem gözden kaçmıyor. Demek ki ABD ve Avrupa ajanlarının cirit attığı bir memleket olmamız resmi olarak tescillenmiş oldu. ABD ve Almanya'nın bu iki şahış yüzündan köprüleri atarcasına siyasi ve ticari ilişkileri zora sokacak adımlar atması, bu şahışların ne derece önemli olduğuna işarettir. Unutulmamalıdır ki ajanlık dünyanın en eski mesleğidir.
Özellikle ABD ile Suriye sahasında dolaylı olarak karşı karşıya bulunmak, FETÖ ve Rıza Sarraf meselesi ile silah alımları konusunda görünmeyen bir çekişme peyderpey dışa yansıyor. Bu mevzular açıldığında ABD sözcüleri Türkiye hakkında hep NATO ortaklığı gölgesinde müttefiklikten bahseder dururlar. Sanki siyasi kazanlar kaynamıyormuş gibi. İşte ürkütücü gelen nokta burası. Bu nokta ne zaman belirgin bir hal alacak veya nasıl bir gelişme gösterecek. Bunu zamana bıraksak da alametler ve Suriye sahasında YPG ile olan ittifak, bir gelişmenin olacağına yorumlanıyor. Yoksa ABD'nin Suriye sahasında YPG için bu kadar ısracı olması, sahiplenmesi ve Türkiye müttefikliğini kâğıt üzerine indirmesi boş olmasa gerek.