Dünya ağır bir kriz yaşıyor, I. Dünya Savaşı'ndan sonra temelleri atılan, II. Dünya Savaşı'ndan sonra şekillenen sistem, insanlığa dar geliyor.
Batı, 1990'lara kadar iki parçalı bir cephe halinde iken Sovyet Rusya'nın yıkılmasıyla tek parçadan oluşan bir cepheye büründü. Bu cephe insanlığa adeta el koydu. Geçmişte III. Dünya Ülkeleri gibi isimler altında kendilerini evrensel olarak ifade eden, İslam Konferansı Teşkilatı gibi bir yapı içinde değerleri etrafında simgesel bile olsa toplantılar düzenleyen Batı dışı güçler, Amerika'nın “Tek Güç” hevesi kabardıkça müteşekkil bir yapı olmaktan çıktı.
İnsan hakları ve düşünce hürriyetinin en çok konuşulduğu bir dönemde küresel sisteme muhalif seslerin dünya çapında veya bölgesel çapta bir yana mahalli çapta bile duyulmasına izin verilmiyor. Küresel sistem, adeta mercekle muhalif arıyor, bulduğu yerde sindirmenin yolunu deniyor.
Önceki dönemin muhaliflerinin meşhur sloganı “Kahrolsun Amerika” yeni bir yüzyıla girilirken küresel düzeyde aniden kesildi. Bu sloganları atanların bir bölümü, ya Amerika ile dar veya geniş bir zeminde müttefik oldu ya da farklı ithamlara maruz kalarak sindirildi. Hiçbir ülke, artık içinde “Kahrolsun Amerika” diyebilen muhalifler barındırmayı göze alamıyor. Bu sloganı atanlar, o ülkeyle ilgili hiçbir zararlı faaliyet içinde değillerse bile soruşturuluyor, eziliyor.
Tam da dünya, baştanbaşa Amerika oldu derken Amerika'dan Cumhuriyetçi Başkan Trump'un “Katıksız Beyaz” tehditlerinin ardından Siyahîlerin sesi çıktı.
Trump, İslam âleminin kötü adamları diktatörleri “Amerika'nın iyi çocukları” olarak tarif ediyor. Adeta “Müslümanlar için yaşasın zalim diktatörler!” sloganları atıyor. Amerika'nın iç siyaseti konusunda da söz konusu olan İslam ise bir tür diktatörlük öneriyor.
Trump'un attığı sloganlar, iç sorunları ile uğraşan İslam âleminde bir yankı uyandırmadı ise de Amerika'da yaşayan ve durumları gittikçe olumsuz boyutlara tırmanan Müslümanlar için endişeleri daha da kritik bir noktaya sürüklüyor.
Amerika'daki Müslümanların nüfusları ve nüfuzları seslerini duyurmaya, Amerikan politikalarını etkilemeye yetmiyor. Onlar, Trump'a “Dur!” diyemiyor. Bu çaresizlik hâli içinde Siyahîlerin sesi kendileri için çok önemli olmalı.
Siyahiler, büyük kitleler hâlinde görünmeseler de sokaktalar, “Kahrolsun Amerika!” diye bağırmasalar da memnuniyetsizliklerini, öfkelerini Amerika'nın yüzüne vuruyorlar. Öfkelerini açığa vurunca da yaptıklarını canları ile ödüyorlar.
ABD'de her yıl onlarca Siyahî, beyaz polislerin kurşunlarına hedef oluyor. Amerika'nın öldürülen Siyahîlerin vurulması ile ilgili savunması ise klişeleşmiş artık: Vurulunlar, Siyahî olduğu için değil, toplumun dip kesimine ait şahıslar olarak asayiş problemlerine yol açanlardır.
Amerika'nın siyasi anlamda da fikrî anlamda da rakipsiz kaldığı bir dünyada yıllardır kimse çıkıp da niye toplumun dip kesimindekiler hep Siyahîlerin arasından çıkıyor? ABD, nasıl sosyal bir politika uyguluyor ki bu politikanın mağdurları hep aynı renkten kişiler oluyor? sorularına kapsamlı bir cevap vermiyor.
Müslümanlar, Seyyid Kutup'un yazdıkları dışında bugüne kadar Amerika'ya karşı ciddi bir fikrî birikim oluşturmadılar; Avrupa ve Güney Amerika'da başkaları tarafından üretilenleri tüketmekle yetindiler. Sosyalizmin çöküşüyle bu fikirleri üretenler, sosyal liberalizm gibi sentez bir ideolojiye sığınıp susunca Amerika'ya karşı fikrî muhalefet neredeyse tamamen can verdi.
Fikrî temellere oturmayan hiçbir halk hareketi kalıcı değildir, umut verici de değildir. Siyahîler, uzun yıllar sonra ilk kez biraz daha organize olmuş görünseler e fikirsel bir yapıdan uzak olduklarında sadece sokakları sallamış olurlar. Hiçbir fedakârlık, hiçbir samimiyet, fikrî boşluğun açığını kapatamaz. Amerika'daki Siyahîlerin dışarıya yansıdığı kadarıyla fikrî bir temeli yoktur; sermayeleri ile öfkeleridir. Öfkeyle yola çıkanlar, çalı ateşi misali çok parlar, çabuk sönerler.
Siyahîlerin bugüne kadar kalkışmalarının başarısızlıkla sonuçlanmasının ana nedeni, kitleleri etraflarında toplayacak; Müslümanların ve bazı Hıristiyan Beyazları o kitleye katacak fikrî bir bütün inşa etmemeleridir.
Siyahîlerin elinde bu inşayı yapacak bir donanım yok. Amerikan hayat tarzı, insanları düşünmekten alıkoymuş; Amerikan şaşası, Amerika'ya karşı fikir üretimi sistemini kısırlaştırmış. Siyahîler, fikrî desteği ancak dışarıdan alabilirler.
Siyahîleri bugün bu fikrî boşluktan kurtaracak olan İslam'dır. Siyahîlerin kendilerini fikren doyurmak ve kendilerini o fikir etrafında tanıtmak için aradıkları her şey İslam'da vardır. ABD'deki Siyahî öfkenin lokomotifi de enerjisi de İslam'da mevcuttur. Ne yazık ki bu mevcudiyet, İslamî kaynaklarda hamdır, bir kurtuluş reçetesi olmak için gerekli işlenmişlikten uzaktır.
Müslümanların tarihî önderleri Siyahîler tarafından bilinmiyor; uzun yıllardır da İslam âleminde dünya çapında fikir adamaları da yetişmiyor.
Dolayısıyla bu ortamda Siyahî öfkenin ak bir değişime dönüşmesi beklenmemelidir. Ancak Trump'un seçimi kazanması durumunda Amerika'da zayıf toplum kesimlerinin Siyahî öfkeyle birlikte seslerini duyurmaya çalışacakları da muhakkaktır. Belki bu, toplumsal bir kargaşaya da yol açacaktır. Amerika bütün dünyayı Amerikalaştırırken bir anda Amerika'yı dünyalaşmış bulacaktır. Dün karıştırdığı dünyanın rengine belki de bugün kendisi bürünecektir. Bu, boş bir hayal değildir.
Ama Amerika ile ilgili umut edilen, Amerika'nın berbat ettiği dünyaya benzemesi değil, dünyanın Amerika'dan, Amerikan halkı ile birlikte kurtulmasıdır. Her gün gösterilere, zaman zaman da olsa isyanlara konu olan bir Amerika dünyaya eskisi gibi müdahale edemeyecektir. Dünya, uzun yıllar sonra belki Amerika'nın varlığını çok hissetmeden kendi düzenini bulmaya çalışacaktır. Ama nasıl ve ne üzerine?
Bu sorunun cevabı tatmin edici bir kapsayıcılıkta verilmek durumunda. Aksi hâlde insanlığın hâli efendisinden kurtulunca ne yapacağını bilemeyen köle konumuna düşecektir.
Hepimiz, bugüne kadar Amerika konusunda hep Amerika'nın dış politikası üzerinden konuştuk. Amerika, dünyayı ne hâle getirdi, diye tartıştık. Fakat Amerika'nın kendi içinde yönettiği toplum ne durumda diye sormadık. Amerika'yı ıssız bir inden çıkan ve gittiği her yeri berbat eden bir canavar gibi düşündük. Amerika'nın içini adeta yok saydık. Trump köpürdüyse de duymadık. Onun da söylediklerinin sadece dışarı ile ilgili kısmıyla ilgilendik. Siyahîler, bizi bu gafletten uyandırdılar. “Hey! Kendinize gelin, Amerika'nın bir de içi var” dediler.
Şimdi onlara umut verici bir sesin ulaşması gerekiyor. Onlara en çok gerekli olan ses ise küresel ideoloji karşısına hangi değerlerle çıkacaklarını ve bu değerlerin hangi araçlarla aktarılacağını duyuracak olan sestir.