İslâm coğrafyası gün geçtikçe “emin belde” vasfını getiriyor. Yaşanmaz ve güvenliksiz yerler kaydıyla dünya literatüründeki yerini alıyor. Öyle ki beldelerden Frenk diyarlarına kitlesel olarak akın eden Müslüman tebaa, maalesef gittikleri yerlerde emniyet bulamıyor. Zira Müslümanlar da, Peygamber Efendimiz aleyhisselamın en sahih, en mütevatir ve en kafi “SÜNNET” olan “eminlik” sıfatını yitiriyorlar.
İslâm yurdu, Müslümanların elleriyle bir yangın yerine dönmüş durumdadır. Birileri de bu yangının alevleri ile aşını pişiriyor.
Bu vahamet aslında Müslümanların bugüne değin sürdüregetirdikleri gidişatın kaçınılmaz sonucudur. –Hâşa- faturayı İslâm'a kesemeyiz. Fakat her beldenin Müslümanlarının da bu durumdaki sorumlulukları da, basiretsizlikleri de göz ardı edilemez. Bu gidişatın asıl acısı belki ileride kendisini gösterecektir. Asıl o gün bir şey yapmak için geç kalınmış olacak.
“felaket en iyi hocadır.” Denilir. Kalıcı dersler musibetlerden alınırmış böylesi sıkıntılı dönemlerde daha samimi ve sağlıklı muhasebe imkânı oluşur. Dünya döndüğü ve hayat devam ettiği müddetçe, Allah'tan ümit kesilmez. Dün yapılamayanlar bir gün yapılabilir.
Müslüman devletler, oluşumlar, partiler, cemaatler; toplumlarına yönelik sağlıklı sosyal projeler üretemediler. Düşündükleri projeleri de uygulayamadılar. İslâmî ilkesellik gerekçesi ile teoride reddettikleri bütün sistemlerin, pratikte sorunlu bağlıları halinde yaşadılar ve yaşamaya da devam ediyorlar.(elbette bunun istisnaları olmuştur. Şimdi faydasını da görmektedirler)
Müslüman oluşumlar; topluma, ikna edici, sosyal yaşama dair proje ve pratikler sunamadılar. Sadece Ahiret hayatı ve cennet vaadi içerikli vaatlerde sürdürülebilir ve kalıcı etki oluşturamadı. Anlatmaya çalıştığım bu durumun en örneğini Rahmetli Erbakan Hocanın siyasi yaşam sürecinde gözlemleyebiliriz…
Merhum Erbakan Hocanın Milli Nizam ve Milli Selamet partileri döneminde meşhur “Anahtar” amblemi vardı. “Cennetin anahtarı” olgusu temelinde propaganda yürütülürdü. Dindar kesimler dışında da pek etkisini görülmezdi.
12 eylül darbesi ve Özel deneyimi sonrası, Merhum Erbakan Hoca, 1990'ların başında, partisinin ismini, “Refah” olarak değiştirdi. Çünkü “Refah Devleti” ya da “Refah Toplumu” kavramı, ikinci dünya savaşından sonra tüm sanayileşen dünya devletlerinin özellikle de Almanya ve ABD'nin temel toplumsal sloganı olmuştu. 1945'ten 1975 petrol krizine kadar Almanya, ABD ve pek çok Batı ülkesinde belli bir “refah standardı” oluşturulmuştu. Hem batı âlemini iyi okuyabilen, hem de Türkiye Toplumsal karşılık oluşturulacağını görüyordu. Çünkü bütün insanların yaşadıkları çağın standartlarına bir yaşam seviyesi arzu ve talepleri fıtridir. 90'lı yılların başında “Refah Partisinin” propagandası artık “cennetin anahtarı” ve “Ahiret hayatı “ahiret üzerinden değildi. Parti amblemi, bereketi temsilen “Başak'tı”. Ve “Adil Düzen” sloganı ile hukuksal eşitsizliğin giderileceği; gelir dağılımındaki düzensizliklerde “simit ve çay” fiyatları üzerinden, halkın anlayacağı dilden işlenerek iktidara kadar gelindi. Devamında Tayyip Erdoğan, “Adalet'i ve Kalkınma'yı” esas alan parti ismi ile teknoloji toplumunu ihsas eden “Ampul” amblemiyle devraldıkları iktidar sürecini halen sürdürmektedir. Bu süreçte toplumsal İslâmî hassasiyetler ve imkânlarda da bir gerileme oluşmadı, belli ki daha fazla artış da kaydedilmiş olunabilir. Toplumsal yaşam standartlarında da önemli mesafelerin alındığı görülmektedir. Türkiye'nin İslâmî kesimler açısından bir “Arap Baharı(!)” sürecine girmemesinde bu iki partinin büyük katkısı kuşkusuzdur. 12 Eylül Darbesinin ve 28 Şubat sürecinin etkisi göz ardı edilmemelidir.
Türkiye'nin bu durumuna karşılık, İslâm âlemi açısından Afganistan örneği konunun öteki boyutunun anlaşılması için önemlidir. Afganistan'da siyasi bir hükümet ve muhalefet ile bunların, geliştirecekleri sosyal politikalar, silah ve çatışmaların gölgesinde oluşmaya fırsat bulmadı. Kaos eksik olmadı.
Afganistan hakkındaki şu istatistik kayda değerdir.
Birleşmiş Milletlerin bir anlaşmanın yer aldığı kadarıyla, yoksulluk ve gıdasızlıktan dolayı 40(kırk) yaşına kadar yaşamayan nüfusun en yoğun olduğu ülke; (135 ülke içinde son sırada olan) Afganistan'dır. Aynı şekilde yetersiz beslenmeye bağlı 5 yaş altı çocukların ölüm oranının en yüksek olduğu dünya ülkesi Afganistan'dır. Artık yoksulluk ve sefaletten ölümler, silahlı çatışmaların önüne geçmiş durumdadır. Yine Afganistan “Dünyanın en yaşanmaz ülkesi” olarak istatistik verileri arasında yerini aldı.
Afganistan örneği iki açıdan önemlidir.
1- Afganistan pek çok İslâmî, kesimin hayallerindeki “Cihat” olgusunun pratik alanıydı. İç çatışmalar, halen aktif olarak sürüyor. Işid, El Kaide Boko – Haram gibi hareketler “Köken” itibari ile Afganistan kaynaklıdır ve şuan Ortadoğu da hareket etmektedir.
2- Irak, Suriye, Yemen, Libya başta olmak üzere İslâm Coğrafyası topyekûn Afganistanlaşmaya doğru gidiyor. Bu hayra alamet değildir.
Göz ardı edilmemesi gereken önemli bir husus da şudur.
Müslümanlar arası bu çatışmalar ilkesel farklılıklardan kaynaklanmıyor. Zira teoride ne söyledikleri pek önemli değil, pratikte hepsi aynı yöntem silah ve araçlarla çatışıyorlar. Topluma aynı ezayı ve zararı veriyorlar. Herkes kendisine uygun dış(!) müttefik arıyor ve buluyor.
Son çatışmalarda göstermişti ki, çatışmaların gerçek nedeni; topluma hükmetme ve ekonomik kaynaklara sahip olma ihtirasıdır.
Hal buysa, bu girdaptan çıkışın en önemli başlangıç adımları da İslâmî oluşumların, fertten topluma kadar her aşamada, ciddi sosyal politika ve projeler üretmeleri ve bunları ihtiyaç duyulan alanlarda bir an önce uygulamaları olacaktır.
İslâm Âleminin sloganik vaaz, vahdet, birlik sözlerinden ziyade, acil olarak mevcut güven bunalımı giderici “Güven tazeleyici” çabalara ihtiyacı vardır.
Güvenlik, beslenme, barınma, sağlık, eğitim, istihdam, yoksulluk ve yoksunluğu önleme, gelir dağılımında adaletsizliği giderme, hukuksal sosyal ayrımcılıkları önleyici, her alanda fırsat eşitliğini sağlayıcı, günün şartlarına uygun insanı yaşam koşullarını programlarına, gündemlerine alan çabalar kısa sürede toplumda da karşılık gündemlerine alan çabalar, kısa sürede toplumda da karşılık bulacaktır. Zaten toplumsal siyasi birliklerin genelinin temelinde, ekonomik – iktisadi birlikler, dayanışmalar vardır.
Öte yandan mevcut çatışmaların kaynağı iyice tetkik edilirse. Yukarıda sayılan hususların eksikliği görülecektir.
Müslümanlar da insandır ve bu dünyada yaşıyordur. Elbette ki yaşam ilahi imtihandır. Ama imtihan da yaşam ile mümkündür.
Dünyayı cehenneme çevirmek, İslâm coğrafyasını yangın yerine döndürmek, imtihanı kazandırmaz, cennete götürmez.
Müslüman iç savaşı ise asla…
İslâmi saadet, sulh – selamet ümidi ile Allah'a emanetsiniz…