Maslow ihtiyaçları sıralarken piramidin birinci sırasına zaruri ihtiyaçları tanımlamıştır. Günümüze baktığımızda en çok konuşulan gündem olan konu zaruri ihtiyaçlardır. Bugün zaruri ihtiyaçlar giderilemediği için toplumunda sorunlar boy göstermekte.
Nedir zaruri ihtiyaçlar? Ekmek, su, elektrik, doğalgaz, sebze meyve ve evlenememe gibi temel sorunlar. Bu sorunların temeline inip irdelediğimizde küresel kaynaklı, resmi kaynaklı, toplumsal kaynaklı, bireysel kaynaklı sorunlar olarak da tanımlamak mümkün.
Alvin Toffler Üçüncü dalga kitabında dünyadaki mükâfatların yüzde seksenini kuzey ülkeleri, geriye kalan yüzde yirmilik dilimi ise güney ülkeleri kullanmakta. Bu tezden yola çıkıp çıkarım yaparsak dünyada gelir dağılımında bir adaletsizliğin olduğunu söyleyebiliriz. Bu küresel sorun bazı ülkelerin işine geldiği için pragmatist felsefeyi ön plana çıkarmaktadırlar.
J. Dawey W. James’in savunduğu pragmatist anlayış faydacı, çıkarcı felsefeyi ifade etmekte. Neyi verirsek neyi alabiliriz. Saf çıkarcı bir anlayış. Bu anlayış kapitalist anlayışın felsefesidir. Oysaki evrenselliği düşünen medeni insanlar böyle düşünmemeli bir ekonomik ahlak geliştirmeli, bir hayvana gösterdiği anlayışı dünyanın en ücra köşesinde aç kalan, dini, dili, ırkı ne olursa olsun mağdur olan her insana göstermelidirler. Doyurma yerine aç bırakma, sömürme, dinini, dilini değiştirmeye çalışmak, ancak ‘’insan insanın kurdudur’’ anlayışının bir sonucu olabilir.
Resmi kaynaklı sorunlara gelince bireylerin yaşamını idame etme ve barınma gibi ihtiyaçlarına yapılan zamlar bireyleri mağdur ettiği gibi mutluluklarını da gölgelemiştir. Resmi ideolojilerdeki mantık, bireylerin mutluğunu sağlayıp resmiyetle olan bağını güçlendirmesidir. Aksine periyodik anlamda yapılan zamlar bireyleri mağdur ettiği gibi bireyin resmi ideolojiyle arasının açılmasına sebebiyet verebilir.
Toplumsal kaynaklı sorunlara bakıldığında toplumlar; sorunlarını daha rahat çözmek için köklü kültüre ihtiyaç duyar. Bir toplumun kültürü köklü değilse ya da pratikleri yoksa sorunlar daha çabuk zemin bulur. Fakat kültürün mayasında ahlaki öğretiler ve pratikler varsa sorunlar yumak olmaz çabuk çözüme kavuşur. Neden diye düşündüğümüzde ahlaki öğretilerin patriklerinde vicdan dal budak olur. İnsan insanın kurdudur anlayışı böylesi vicdanları etkileyemez. Böylesi vicdanlarda yer edecek anlayış “insan şerefli bir mahlûkattır” anlayışıdır.
Bu anlayışa sahip insanlar toplumu gözetir, komşularını gözetir ve komşusu aç iken kendisi tok yatmaz. Hatta bu anlayışı daha da derinleştirerek komşu ülkeleri de gözetir. Deniz kenarında olsa bile suyu israf etmez. Verilen nimetlerin Allah’tan geldiğine inanır. Dağıtılan nimeti dağıtması gerektiğine inanır. Ticaret yapıyorsa fırsatçılık yapmaz, makulü neyse ona göre ticaretini yapar. Zaten mantık da şöyle olmalıdır.
Her şeyden önce Müslüman bir tüccarın doğru olanı söylemesi, haktan ayrılmaması ve yalanı bir kenara bırakması lazımdır. Satılan şeyin kalitesi düşük olduğu halde, kalitesi yüksektir demek ya da satışa arz edilen mal yerliyken, onu ithal malı diye takdim etmek, yalan ve gerçek dışı beyanlarla malın gerçek mahiyetini saklamak, ağır bir suç ve büyük bir günahtır. Bu veya benzeri yalan beyanlar Rasûlullah’ın (s.a.v.) fasık ve facir olarak haşrolunacaklarını belirttiği tüccara ait olup, “Allah’a (c.c.) itaat edip ihsan eden ve doğru söyleyen kimseler bunun dışındadır” buyrulmuştur.
Selam ve dua ile…