Hafta içinde Türkiye’yi ziyaret eden Alman Cumhurbaşkanı Joachim Gauck, Türkiye’deki durumdan endişe duyduğunu dile getirdi. Mısır’da artık binleri aşan kişi hakkında idam kararı verilmesinden endişe duymayan bir vicdan, on binlerin zindanlara mahkemesiz atılmasından rahatsız olmayan bir vicdan, dahası binlerce kişinin Adaviye ve diğer meydanlarda sadece darbe karşıtı düşüncelerini ifade etmesine karşı katledilmesine sesini çıkarmayan bir vicdan nasıl bir vicdandır ki Türkiye’deki gelişmelerden rahatsız oluyor?
Alman Cumhurbaşkanının rahatsız olduğu, Türkiye’nin yargı sistemindeki çift standart mı? Hayır, hiç ilgisi yok… Rahatsız olduğu Gezi ve devamında gelişen olaylarda Hükümetin tavrıdır. Gezi’de birkaç can kaybının yaşandığı doğru… Ama ilgili davaların hepsinde yargılananlar, grup grup beraat ediliyor.
Gezi’de mala verilen zarara rağmen, kovuşturma dahi kaygı verici ama Mısır’da profesöründen gencecik üniversite öğrencilerine, hatta on beş yaşındaki çocuklara verilen idam cezaları memnuniyet verici…
Bu nasıl bir tutum? Bu ne ölçüsüz bir vicdan? Batı’nın dört değeri, insan hakları, demokrasi, düşünce hürriyeti ve seçim hürriyeti değil midir?
Nasıl oluyor da Türkiye’de seçilmiş bir hükümetin devrilmemesinden kaygı duyuluyor da Mısır’da seçilmiş bir cumhurbaşkanına verdikleri oylara sahip çıkanların idamla cezalandırılmasından memnuniyet duyuluyor?
Bunun açıklaması, İngiltere eski Başbakanı Tony Blair’in 23 Nisan’da The Guardian gazetesinde yayımlanan bir konuşma metninde duruyor:
Tony Blair, İngiltere eski İşçi Partisi lideridir, sosyal demokrat bir kimlikten gelip Envanjelizme yönelen, eski ABD Başkanı II. George Bush (Oğul Bush)’la aynı siyasi çizgiye sahip bir politikacı ve bir Batı entelektüelidir. Kendisine kamuoyu oluşturma görevi verilen emekli bir politikacıdır.
Blair açık konuşuyor, malumu ilan ediyor. Ona göre, Batı’nın İslam dünyasını modernleştirme çabaları İslamî karşı koyuştan dolayı başarısız oldu. İslamî talepler, bugünün dünyası için en büyük tehdittir. İslam tehdidi, gittikçe büyüyor ve yayılıyor.
İslam dünyasında iki taraf var: Batı’yı ekonomik, sosyal ve siyasal olarak isteyenler ve buna karşı çıkan İslamcılar…
Daha önceki ifadelerinde, seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi’nin askeri cunta tarafından devrilmesini açıkça destekleyen Balir, “Biz, bizden yana olanların tarafında durmalıyız" diyor; Batı’nın bugünkü tutumunu korkakça buluyor ve İslam’a karşı daha fazlasının yapılmasını öneriyor.
Bunun için Batı, “totaliter rejim” gibi ayrıntılara takılmamalı, yeni bir duruş ortaya koymalı; askeri rejimlerle İslamî yönetimler arasında tavrını askeri rejimlerden yana koymalı, bu çerçevede Rusya ve Çin ile de işbirliği yapmalıdır.
Blair, İslam’a karşı Batı’nın savunageldiği insan hakları, demokrasi, düşünce hürriyeti ve seçim hürriyeti kriterlerinin yok sayılmasını talep ediyor; her tür değerin yok sayıldığı bir mücadele anlayışı öne sürüyor.
Blair, her tür insan hakkını yok sayan bir mücadele talebinin gerekçesini de ifade ediyor. “Bu bir savaştır; Batı bu savaşta tutumunu açıkça kendisinden yana olanlardan koymalı, konuşmalı ve bu işle uğraşmalıdır” diyor.
Blair’in burada beyan ettiği, bir öneri gibi duruyorsa da uluslararası sistemin İslam dünyası için vardığı kararın ilanı gibidir. Blair, o kararın kolay uygulanması için açıklama yapıyor, kamuoyunu ikna etmeye çalışıyor.
Batı’nın vicdan anlayışı, İslam dünyasındaki vicdan anlayışından farklıdır. Batı’nın vicdanı, siyasi, ekonomik ve sosyal çıkarları için aldığı kararlara endekslidir.
Batı İslamî dünyasında seçim hürriyetini en büyük tehdit olarak görme kararı almışsa bundan sonra Batı vicdanı, İslam dünyasında seçim hürriyetine düşman olanlar için işleyecek, onların bütün isyan ve zulümlerini meşru görecek; onlara karşı direnenlerin her tür hak talebini isyan olarak değerlendirecek ve mahkûm edecektir.
Bugün yaşanan bunun ta kendisi değil midir?