“Bir ülkenin siyasi olgunluğu, yönetilenlerin siyasi eğitiminin kalitesinden daha çok, yönetenlerin ahlaki standartlarına bağlıdır.”
Hemen heyecana kapılmayın. Bu sözler ile iktidar eleştirisi sunmuyorum. Asıl olanın iktidarın standardından ziyade, iktidara teşne olanların doğru-yanlış cetvelini nasıl tuttuklarını izhar etmeye çalışıyorum. Misal; “ Bana değmeyen yalan bin yaşasın.”
Hayır hayır harf hatası yok. Bilakis yılan değil, yalan, karakterize edilen menfaat ilişkisi açısından. Yalanı ya idare eden yahut edilen söyleyecek. Yılanın ne kabahati var burada. En doğru sözü gene masalda olduğu üzere yılan söylemiştir” Ben de kuyruk, sen de evlat acısı olduğu müddetçe bu münasebet hiçbir zaman düzelmez.” diyen yılan. Yalan değil, hakikat.
Müslüman olan şahsın bazı fırsatları kaçırmak gibi bir lüksü olamaz. Bu yüzden hem vizyon hem de misyon sahibidir. Ufuk çizgisi doğru, haklı ve helal şeylerin kesiştiği yerdedir. Bu yüzden inkârcıların modern çizgilerinden ayırt edilir. Bu yüzden mümeyyiz olmak, gelene ağam, gidene paşam dememektir. Hal böyle olunca, mü'minler battı balık yan gider diyemez ve onlar çölde asla serap görüp vaha arayışı işine girmezler. Hakeza yine bu yüzden yanlışı haklaştırma işine tevessül etmezler.
Müslümanlar ümitlerini dünyanın sunduğu avantaj ve şartlarda değil, hele hele insanların kaşıkla verip kaşığın sapıyla da gözünüzü çıkardığı menfaat ilişkilerinde değil; Allah'ın kendilerine işaret ettiği sırat-ı müstakim üzere korurlar. Müslüman kendinde iktidar vehmetmeyen insandır. Bahsi geçen yolda müstakar ise dünya ve zevkleri oyun ve oynaştan öte görünmez gözlerine. Gözlerinde sis perdesi oluşmaz. Sözlerine pislik bulaşmaz. Beklenti ve ümitleri kendi yapabilirlik kabiliyetine mebni değil, ilahi yardımın hak ediş süreci içinde bozgundan azade bir temel üzeredir. Ne bozan ne de bozulandır.
Salih bir düşünme, Salih bir davranışı ilzam eder. Doğru davranışın yerine getirilmesi demek , “bunca kaos, bunca bela varken yapabileceğim ne olabilir ki” dememektir. Bu tarz bir söylem bu yozlaşmayı haklı görmeye, bu yozlaşmada fail olmaya sebep kılar. Rahmetten ümidini ancak Allah'ı tek hâkim saymayanlar keser.
Ancak, Müslümanlar muktedirlere şu soruyu sorarak yardımcı olmak zorundadırlar. İşgal edilen makam gerçekten olması gereken yere ulaştırılmış mıdır? Yoksa hedeflere ulaşmaksızın işgal edilmiş bir mevki, övünülecek bir husus değil, en hafifinden yerilecek bir durumdur.
Yanlışları düzeltmeyip, yeni yeni yanlışlara sebep oluyor iseniz, ihya ettiğiniz devir doğruluğun değil yanlışın ve yanlışlığın devridir. Fırat'ın kenarında kaybolan kuzunun hesabını soran idare edilenlerden, bugün Fırat'ın insanları ile birlikte yok sayıldığı bir zihniyete eleştiri getiremeyen bir yere savrulmak, elbette devrimizin en büyük, en elim vakıalarındandır.
Gerçi düşünenlerin, düşünce suçu işlediği yerde düşüncesizlik erdem sayıldığından, bu ülkenin düşünürlerinin niye bu kadar sığ kalmasında garipsenecek bir durum yoktur.
Düşüncesizsiniz diyebilirsiniz zatıma… Hukukun kestiği düşünce acımaz ne de olsa…