Hâtemü’l Enbiya Hz. Muhammed’in kumandasında İslam ordusu Tebük’te Bizans’a karşı harp düzeni almıştır. Gerilerden tek başına bir adam gelmekte. Sarı sıcakta, yayan yapıldak… Resulullah’ın yanındaki sahabeler, “Ya Muhammed! Tek başına bir adam geliyor.” derler. Resulullah Efendimiz, “Gelen Ebu Zerr midir? O’nun gelmesini çok arzu ediyorum.” der.
Gelen gerçekten Ebu Zerr… Yaşlı ve güçsüz devesi yarı yolda bırakmıştır Ebu Zerr’i. O yükünü sırtlayıp yola revan olmuştur. Geç kalmıştır bu sebeple. Yine de yetişmiştir menzile. Yine de yan yana, omuz omuzadır en sevdiğiyle. O gelince Resulullah’ın yüzünde bir tebessüm.
Gelen Ebu Zerr… Resulü Ekrem’in dudaklarında dökülüp gelense, “Allah’ın rahmeti üzerine olsun. O yalnız yaşar, yalnız yürür, yalnız ölür ve yalnız başına haşrolunur.”
Ebu Zerr, İslam ikliminin var oluş alanında coşkun bir çağlayan gibiydi Ebu zerr
Ebu Zerr. Cundub B. Cunâdedir asıl adı. Beni Gıfar kabilesine mensup. Bu kabile ticaret kervanlarını soyan, yol kesen, haraç alan bir kabile. Haydutluklarıyla nam salmışlar. Ebu Zerr… Beni Gıfar’ın aykırı, huysuz çocuğu Ebu Zerr sürekli bir arayış içindedir. Ruhu hakikat arayışında… Yüreği bir yangın yeri… Bilincinde volkanlar patlayıp durmakta. Hakikatin izinde bir oraya bir buraya koştururken Mekke’de bir yetimin Peygamberliğini ilan ettiğini ve insanları Allah’a çağırdığını duyar. Soluğu Mekke’de alır Ebu Zerr. Günlerce Kâbe’nin eteklerinde bekleyip durur.
Kaderin cilvesiyle bir akşamüstü Aliyyü-l Murteza’yla karşılaşır. Frekansını hidayete ayarlamış olan Ebu Zerr, kendini hakikate götürecek istasyonu bulmuştur. Ali’yle aynı frekans dalgasında, aynı dalga boyunda oldukları o ufacık görüşmede ortaya çıkmıştır. Ali, Ebu Zerr’in elinden tutarak O’nu Resul-u Ekrem’in huzuruna götürür. Ebu Zerr, haydutlukla meşhur Beni Gıfar’ın huysuz çocuğu diz çöker Enbiyalar Sultanı’nın önüne. Diz çöker, önünde Resul, arkasında yalan dünya. Yalan dünyayı, malı mülkü, namı, gamı arkada bırakır. Bu öyle bir diz çöküştür ki bir daha hiç ayrılık, gayrilik olmayan… Resul-u Ekrem’le Ebu Zerr bundan sonra hiç ayrılmazlar. Hatta Hazreti Resul bir yere gittiğinde gözü hep Ebu Zerr’i ararmış.
Peygamberler Şahı’yla omuz omuza bir yürüyüş. Ebu Zerr, İslam ikliminin var oluş alanında coşkun bir çağlayan gibiydi. Hesapsız, kitapsız… Hiçbir siyasi ve ekonomik maslahat gözetmeden, dolaysız, dolayımsız yaşadı. Sözünü söylerken de, mücadele ederken de gözünü daldan budaktan sakınmadı. Peygamberimizden ne duyduysa aynıyla yaşadı. İman edenler parmakla sayılacak kadar azken de, yüz binlerken de Ebu Zerr aynı tavrın adamı oldu. Peygamberimizin baki olana yürüyüşü, Ali’nin şehadetiyle yalnızlaştı. Zaten hep yalnızdı. Azığı züht, bineği gariplikti. Malın, mülkün, makamın çok yabancısıydı. Gücün, kudretin esamesi bile okunmazdı onun olduğu yerde.
Hep İslam’ın ilk günlerdeki çağrısının izinde gitti. Ümmetin zenginleşmesine, yöneticilerin hazineden aldıkları maaşlarla iyi şartlarda yaşam sürdürmelerine isyan etti. Dönemin yöneticileriyle sürekli tartıştı. Hz. Osman’la, Muaviye’yle… Belki de ileride olacakları tahmin etmişti. İslam’dan önce Mekke uluları, aristokratları ve statükocular Ümeyyeoğullarıydı. Güç, kudret ellerindeydi. Peygamberimizin Mekke’yi almasıyla birlikte bu saltanatları sarsıldı. Eski kudretlerine yeniden kavuşabilmek için hep tetikte beklediler. Ve yeniden gücü ele geçirdiler. Zenginlik, para, devlet yönetimi artık belli bir ailenin tekeline alındı. Burada Ebu Zerr ekonomik güce, paraya savaş açtı. Saraylarda, sağlam duvarlar ardında ebu zerryaşayan yönetici elitlere karşı yoksulların çığlığı oldu. Fakir fukarayı, garip gurebayı kollayıp gözetlemeyen yeni statükoya sonuna kadar karşı durdu. Hz. Peygamber’in mütevazı, sade hayatını hatırlattı her dem. İslam’ın gür çağrısının, özgürlük isyanının saraylarda, köşklerde unutulmasına çok derinden içerledi. Servet biriktirenlerle, mal yığanlarla kıyasıya bir mücadeleye girişti. İnsanı köleleştiren servet biriktirme hırsına amansız bir başkaldırı gerçekleştirdi.
Tavizsiz bir ahlakın izinde oldu
Ebu Zerr’i orijinal ve tavizsiz kılan etkenlerin başında içinden çıkıp geldiği Beni Gıfar kabilesinin yapısı ve İslam’a herhangi bir davet icabıyla değil, kendi arayışıyla girmesi gelir. Hatta Peygamberimizle tanışmadan önce putperestlikten dönmüş, yerlerin ve göklerin yaratıcısı Allah’a ibadet etmiş.
Bütün bu olan bitenlerden sonra, yöneticilerle girdiği kıyasıya mücadeleden sonra Rebeze’ye sürgüne gönderildi Ebu Zerr. Peygamber’in can dostu toplumdan sürüldü. Vicdanın gür sesi bir başına kaldı çöllerde. Açlık, yorgunluk, hastalık… Yalnız doğan Ebu Zerr gerçekten yalnızdı. Yoksuldu… Kefeni bile yok… Bir gün çok hasta olduğu bir demde hanımı telaşlandı. Hanımına, “Üzülme. Birkaç kişi gelip beni kefenleyip gömer.” dedi. Kefeni bile olmayan Ebu Zerr, devlet adamlarının, askerlerin ve zenginlerin cenazesine gelmesini ve kendini kefenlemelerini reddetmişti. Nitekim birkaç genç yanındayken ölümün ülkesine yürüdü ve o gençlerin sardığı kefenle gömüldü.ebu zerr
Ebu Zerr, sahiden de yalnız doğdu, yalnız yaşadı ve yalnız öldü. Geriye dünya malı adına, mal mülk namına hiçbir şey bırakmadı. Kasayı ve keseyi doldurmak yerine ahde vefanın, adanmışlığın sembolü oldu. Yüksek mevkilerden bir koltuğa yapışıp mazlum edebiyatı yapmadı. Tavizsiz bir ahlakın izinde oldu. Eğilip, bükülmek, kalıba girmek gibi derdi olmadı. Bir itirazın sahibiydi ve bunun bedel gerektirdiğini biliyordu. Bu bedeli de ödedi. Geriye bir iddia sahibi olarak nasıl ölüneceğini gösterdi.
İddiaların, intibaka dönüştüğü bir dünyada Ebu Zerr gerçekten üzerinde durulması gereken, çokça hatırlanması gereken biridir. Onu hatırlarken, İslam’la herhangi bir ilişkisi olmayan ideolojik jargonlara sıkıştırmak, O’nu muhalefet mahreçli geyiklere malzeme etmemek gerekir. Ebu Zerr’den Che Guevara çıkarmak gibi…
(Dünyabizim / Muaz Ergü)