Namaz ve mekân denince aklıma hep 28 Şubat günlerinde Türkiye'nin en başarılı eğitim kurumlarından dershanemize gönderilen uyarı geliyor:
Teftişten sonra gönderilen uyarıda, binanızın şu odasının mescit olarak kullanıldığı anlaşılmış olup bina kullanım planını derhal değiştirmeniz, o odanın yeni planda hangi amaçla kullanıldığını yeni planda yazmanız ve aksi bir kullanımda kurumunuzun kapatılacağını bilmeniz… diye yazılmıştı.
Her kim mesele üzerinde bu kadar durmuşsa, öğrenciler için mekân ve namaz arasındaki ilgiyi gayet iyi çözmüştü. Mescidimiz dolup taşarken kapısında test odası levhası bulunan daracık yeni namaz mekânımızın önünde ilk günlerde sıra oluşmuş, sonra mekânımız hüzün verici bir tenhalığa kalmıştı.
28 Şubat'tan sonra pek çok kurum için çok şey değişti. Binaların en ulaşılabilir noktalarında mescidler açıldı, bina dışlarında gençleri namaza teşvik için her tür imkânın bulunduğu camiler inşa edildi. Ama pek çok kurum için durum hâlâ içler acısı…
İki yıl önce diş tedavisi için gittiğim bir üniversite hastanesinde mecsid, binanın en alt katında, kirli bir koridorda ve alabildiğine loş bir yerdeydi. Dahası nasıl düşünmüşlerse küçük mescidin kıblesine bitişik odayı “serbest müzik odası” yapmışlardı. Diş hekimi adayı gençler, namaz için kapıda sıraya giriyor, içeri girdiklerinde derse veya mesaiye geç kalmamak için hızlıca ve “serbest müzik odası”nın darbuka, saz gibi çeşitli enstrümanlarının gürültüsü altında namaz kılıyorlardı. Manzara hüzün verici olmaktan öte, kahrediciydi.
Önceki gün de bir üniversiteye tarihle ilgili önem verdiğim bir sunuma dinleyici olarak katılmak için gittim. Sunum bitince mescidi sordum, bulunduğumuz katın ki son kat değildi, tam yedi kat altını gösterdiler. Bodrumun üç kat altı… Asansörler kalabalık… Vakit dar… Mecburen merdivenleri iniyorsunuz. Ama bodrum kattan sonra bir labirenti andıran merdivenler loş, sadece çevrenin ışıkları ile aydınlatılmış, bir anda tehlikeli bir yere indiğiniz endişesine düşüyorsunuz.
Nihayetinde gösterilen kata indiğinizde, etrafta birilerini bulabilirseniz size kuytu mu kuytu bir köşe gösteriyorlar, ancak üç-beş kişinin sığabileceği üçgen şeklindeki nemli bir mekân… Devasa binanın büyüklüğü karşısında namaz için ayrılan mekânın izbeliğini, küçüklüğünü gördükçe, kendinizi ister istemez yabancı, öteki, itilmiş hissediyorsunuz. Abdesthanesi bir yana, yakınında sıradan bir lavabo bile yok.
Binlerce kişinin eğitim gördüğü, nüfusun günün kimi vakitlerinde belki beş binin üzerine çıktığı devasa bir binada o küçücük, o izbe yer…
Öğrencilerin çoğu zaman öğlen, ikindi ve akşam olmak üzere üç vakitleri okulda geçiyor, kış günlerinde vakit dar mı dar…
Ve biz gençlerden büyük bir kahramanlık yapıp teneffüs arasında altı yedi katı inip o izbe yerde namazını kılıp tekrar aynı hızla altı yedi katı çıkıp dersine yetişmesini, geç kalırsa derse alınmama ihtimalini göze almasını istiyoruz.
Bu maratonu her vakit icra eden “sahabe gibi” gençler elbette vardır. Ama bu mekânlarla eğitim kurumlarında namazın yaygınca kılınması beklenemez. Ki bu maratonu dayatanlar da dindarları marjinalleştirerek ülkede etkisiz bir kitleye dönüştürme amacında olmuşlardır.
Bu kabul edilemez, eğitim kurumlarında namaz mekânları idarecilerin keyfine bırakılamaz.