Bir sorunun ardındaki etkenler bulunmadan o sorunu çözmek mümkün değildir.
Eğitimde kronik başarısızlık sorunuyla yüz yüzeyiz. Kronik başarısızlık sorunu, sadece formal eğitim denen okul içi eğitim için değil, informal eğitim denen okul dışı eğitimde de endişeyle izlenmekte ve bunun altındaki etkenler bulunmaya çalışılmaktadır.
Perşembe günkü yazımda bu sorunun altındaki eğitim sistemi ile ilgili etkenlerden söz etmiş, sorunu sistemin bize yabancı olması etrafında açıklamıştım.
Ne var ki sistem bir bütündür, bütünlük içinde ele alınmadığında açıklamalar yetersiz kalabilir. Eğitim sistemi, dünyaya hükmeden modern-post modern sistem karmasının bir parçasıdır, dolayısıyla o sistem içinde ele alınması gerekir.
Modern-post modern sistem karması, dünyada doğal (saf) yaşam diye bir şey bırakmadı, hayatın tümünü şehirlileştirerek insanlığı geliştireceğini iddia etti, dünyayı buna inandırdı, dünya bir şehirlileşme yarışına girdi. Bunun hayatın bütün alanları gibi eğitime de yansımaları oldu.
İbn Haldûn'un temeddün teorisi hep toplumların savaşçı özellikleri etrafında anlatıldı oysa temeddün teorisi hayatın bütün sahaları ile ilgilidir.
İbn Haldûn'a göre şehirlileşme, insanı zamanla saflığından uzaklaştırır, nitelik kaybına uğratır, uyuşturup verimsizleştirir. Bu verimsizlik şehirlileşmeyen insan enerjisinin (saf toplumun) şehre gelmesiyle şehirde bir idarî değişim meydana getirir, bu idarî değişim hayatın diğer alanlarında da kendisini hissettirir. Zamanla o da şehirlileşir ve nihayetinde yerini başka bir saf topluma bırakır.
Her sınavdan sonra Çankırı'nın şu köyünden şu öğrenci Türkiye birincisi oldu, bu yılki Türkiye birincisi Tuncelili bir çoban gibi haberlerle sarsılırız. Bazen de “Hintli astronot”, “Filipinli ünlü bilim adamı”, “Orta Afrikalı büyük doktor” gibi haberler bize bu sarsıntıyı yaşatır.
Söz konusu beklenmeyen sonuçları, öğrencinin zekâsı, ailesinin mahareti gibi başkalarına uyarlanamayan bir hususiyetle açıklarız. Şahsîleştirme ilmin alanı dışına çıkarma ile eştir. Kişinin şahsî halî dediğiniz an, mevzuyu ilmin dışına çıkarırsınız. Dolayısıyla eğitimde taşradan gelen başarı örneklerini şahsileştirerek yararlanabilir olmaktan çıkarıyoruz.
Yanlışımızı fark edip o örnekleri İbn Hâldûn teorisi doğrultusunda bir kez daha değerlendirmekte yarar vardır.
Türkiye, Osmanlı'nın son yüzyılında Recaizade Mahmut Ekrem'in “Araba Sevdası”; Yakup Kadri'nin “Bir Sürgün” romanlarına konu olacak bir Batılılaşma yaşadı. İstanbul'un saf aklı, Batı'ya bulandıkça bulanıklaştı, öz kaybına uğradı, verimsizleşti, Elmalılı Hamdi Yazır, Mehmet Akif Ersoy gibi istisna örnekler dışında ürün veremez oldu. Bunun için Sultan Abdülhamid Şeyh Esad Erdebilî Hazretleri misali pek ilim erbanını taşradan getirip onlardan istifade etti. Said-i Nursî, taşradan gelip İstanbul'daki ilmiyye sınıfına meydan okudu.
1908'den sonra Anadolu'ya açılma hareketi, pek çok saf aklı ülkenin farklı noktalarından eğitimin içine çekti, Cumhuriyet'in ilk yıllarından bugünlere bu saf akıl, Türkiye'de ve dünya genelinde kayda değer başarılar da elde etti.
Bizde esasen bugünkü Kadıköy, Bakırköy gibi Cumhuriyet Devri emekli mekanları anlamında tam bir şehirlilik çok sınırlıydı. Bizde esas olan hep yarı şehirli olmak, bir ayağıyla tabiatın içinde bulunmaktı.
19. Yüzyıl Osmanlısında bir kısım vüzera ve diğer ekabir çocukları, yarı Boğaz kıyıları yarı Paris yaşamında ilk kez “tam şehirli” oldular ve bizdeki ilk her tür üretimden uzak “Batı mukallidi sınıfı” oluşturdular.
Ancak, 1950'li yıllardan bu yana sürdürülen şehirlileşme siyaseti, teknolojinin her yere ulaşmasıyla Türkiye'de “köy, kırsal alan, yayla yaşamı, tabii saha, taşra” diye bir şey bırakmadı. Artık Ağrı Dağı eteklerindeki çobanın dahi elindeki telefon internete ulaşıyor ve bu iletişim, o çoban için dahi saf akıl diye bir şey bırakmıyor, onun zihni de artık Bakırköy'deki şehirli ile hemen hemen aynı şeylerle bulanıyor.
Çözüm mü?
Eğitimde başarı için tecerrüd (soyutlanma) şarttır; zira tecerrüd, teberrü (arınma, saflaştırma) getirir.
Bugüne kadar şehirlileşmeye karşı imkân tedbiriyle eğitimde bazı başarılar elde edildi. Örneğin, üst imkânlara sahip kimi istisna çocuklar Türkiye derecesi yapabildiler. Ama o çocukların aileleri de incelendiğinde bir kısmını “subay çocuğu” olmaktan kaynaklanan özel durumlarla bir tecerrüd (soyutlanma) içinde olduğu, dolayısıyla şehrin törenleri dışında yaşamına bulaşmadığı anlaşılacaktır.
İmkânları sınırlı ailelerden başarılı olan çocukların da yine bir soyutlanma içinde oldukları rahatlıkla ortaya çıkar. Bir kısım din adamı çocuğu, diğer kısmı memur ve bir kısmi kapıcı çocuğudur. Her üç sınıfın da ya yaşam tarzıyla ya lojman yaşamıyla ya da dışlanmayla toplum dışında kaldığı görülür.
Eğitimde büyük başarılar için saf akıl şarttır. Saf akıl, eğitimde başarının hammaddesidir. Eğitim kurumları, o saf aklı bulup işleterek büyük başarılar elde eder. Oysa bu eğitim sistemimiz, “sosyalleştirme” adı altında saf aklı bulandırmak üzere kurgulanmıştır.
Eğitilecek kişiler sınıf sınıftır, alt hizmetleri yapmak üzere yetiştirilecek kişileri sosyalleştirmeyi bir hedef olarak belirlemek yerinde olabilir. Ama kendilerinden ilim alanında büyük başarılar beklediğimiz kimseleri 20. Yüzyıl jakobenizmi ile zorla sosyalleştirmek akıl kârı değildir. Saf akıllar o jakobenizm ile imha olur.
19 ve 20. yüzyıllarda Batı Yahudileri, “harika çocuklar” yetiştirmek için “soyutlanmış alanlar” oluşturdular; çocuğu eğitimini tamamlayıncaya kadar dışarıya kapalı köşklerinde eğiterek onu şehrin kirlenmişliğinden korudular. Bizim “Düzgün bir eğitim almadı, bilim adamı oldu” dediğimiz şahsiyetlerin hemen hepsi Yahudidir ve işin aslında böyle planlı bir soyutlanmaya tabi tutulmuştur.
Bu yöntemin İslam dünyasındaki şehirlerin günaha battığı 11 ve 12. Yüzyıllarda İslam dünyasında üst düzey aileler arasında uygulandığına inanıyorum, o devirdeki pek çok şahsiyetin yaşadıklarını siyasî-askerî gelişmelere dahil oluncaya kadar tanıyamamamız da bununla alakalı olmalıdır.
Öyleyse, köyün şehre dönmesini engelleyemediğimiz bugünün dünyasında eğitimde yeniden büyük başarılar için “yapay soyutlanmış çevre” bir çözüm olabilir. Çocukları teknolojinin imkânlarından yararlandırırken yaygın iletişim kanallarından uzak tutacak bu tür çevreler oluşturularak onların saf akıllarının bulanmasının önüne geçilebilir. Eğitim yeniden kendi hammaddesini bulabilir.
ABD, son yıllarda saf akıl gereksinimini Hintli veya Siyahî gençleri eğiterek karşılama yoluna gitti, Avrupa ülkelerinde ise bilim adamı dengesinin göçmenlerden yana bozulması bilinen bir hâldir.
Dünya bu sahada sıfırı tüketiyor, henüz dünya ölçeğinde şehirlileşmeyen İslam dünyasının şehirlileşmenin kirlenmişliğinden bu ölçüde etkilenmesi berbat bir durumdur. Dünyanın nimetlerinden az istifade ederken ekranlarda seyrederek kirlerine bulanmak kahredicidir. Bu durumun önüne geçmek için çözüm üretmek bir farz-ı kifâyedir.