Ekonominin çözümler üretilmesi gereken bir sorun olarak ortaya çıkışı neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir. Avcı-toplayıcı düzenden yerleşik düzene geçiş ise bu sorunu sürekli gündemde tutmuştur.
Uzay çağı denilen günümüz dünyasında bile hala farklı ekonomik doktrinlerin kıran kırana mücadele etmesi; düzen, problem ve çözüm önerileri tartışmalarının kıyamete kadar süreceğini göstermektedir.
Malum olduğu üzere dünyayı kasım kavuran kapitalist düzenin son salgında yaşadığı kırılganlığın yanısıra tarihsel serüveninin krizlerle anılıyor olması, iktisat modelleri bağlamında yaşanan tartışmaları yeniden alevlendirmiştir.
Ekonomik tezler, felsefi/inanç boyutları olan doktriner yaklaşımlardan ilham almaktadır. Düşünsel yaklaşımlar üzerine inşa edilen çözüm modelleri, ekonominin çözüm bekleyen bir problemli yapısını da kabullenmiş olur. Ekonomide sorunlar olduğu konusunda hemfikir olan iktisadi modeller, sorunların sebepleri ve çözümü noktasında doğal olarak farklılaşırlar.
O halde günümüz dünyasında ekonomik sorunların sebepleri nelerdir, ona bakmak gerekecek.
Bu konuyu Muhammed Bakır Es-Sadr “İslam Ekonomi doktrini” adlı eserinde Kapitalizm, Komünizm ve İslami açıdan özetle şu şekilde irdelemektedir.
1-Kapitalizme göre uygarlığın gelişmesi karşısında tabiat sınırlı, tabii kaynaklar ve sunduğu servet ise yetersiz kalmaktadır. İnsanların ihtiyaçları her geçen gün artmakta, ancak yetersiz olan tabiat kaynaklarını çoğaltmak mümkün olmamaktadır. Bu durum tabiatı insanların ihtiyaçları karşısında aciz bırakmaktadır. Bu da ihtiyaçlarını karşılama hususunda bireyler arasında çatışmalara sebep olmaktadır. Ekonomik sorunların temeli de budur!
2-Marxizme göre sorunun kaynağı, üretim şekilleriyle dağıtım(üretilen ürün veya değerin ihtiyaçlarına göre insanlara dağıtılması) ilişkileri arasındaki çelişkidir. Bu çelişki ortadan kaldırıldığı ölçüde sorun çözülür ve sosyal adalet sağlanmış olur.
3-İslam’a göre ise sorunun kaynağı Kapitalizmin iddia ettiği gibi tabii kaynakların yetersizliği değildir. Kaynakların yetersizliğine de inanmamaktadır. Marxizmin iddiası olan üretim şekilleri-dağıtım ilişkilerindeki çarpıklığın bir sonucu olduğu şeklindeki tezine karşı geliştirdiği çözüm modeliyle ayrışmaktadır.
Çünkü “Allah, gökleri ve yeri yaratandır. Üstten su indirip onunla size rızk olarak türlü mahsuller, meyveler çıkarandır. Emri ile gemileri denizde yürümek için size ram edendir. Akarsuları da yine size mûsahhar kılandır.
Güneşi, ayı, adetlerinde daim olarak, size amade kılan o, geceyi, gündüzü sizin, (faydanıza) tahsis eden odur.
O, size istediğiniz şeylerin hepsinden verdi. Eğer Allah' in (bunca) nimetini birer birer saymak isterseniz siz, icmal suretiyle bile sayamazsınız. Hakikat, insan çok zulümkârdır. Çok nankördür.” (İbrahim 32-34)
Allah’ın sayılamayacak kadar verdiği sınırsız nimetler, Kapitalizmin kaynakların yetersizliği tezini çürütmektedir. İnsanın dikkat çekilen zalimliği ekonomik alanda dağıtımı düzensiz olarak yapmasında gözlenirken, nankörlüğü ise tabii kaynakları gerektiği gibi işletmedeki ihmalkarlığı ve tabiata karşı takındığı olumsuz tavrında görmek mümkündür.
Buraya kadar olan kısım, sorunun kaynağına dönük teori meselesiydi. İtiraf etmek gerekir ki henüz teori aşamasında bile bugün yürürlükte olan kapitalizmin vahşi yönünü görmemek mümkün olmamaktadır. Günümüzde özellikle pandemi süreciyle beraber yeniden önümüze düşen kapitalist baronlara ait bir takım komplo teorileri, sistemin üzerine bina edildiği düşünsel yaklaşımlarının vahşi yönüne tanıklık etmemize yol açmaktadır. Mesela kaynakların yetersizliği görüşünden hareketle dünyadaki nüfusun “Bilimsel/teknolojik yöntemlerle” kırıma uğratılarak seyreltilmesi haberleri gibi.
Sorunun teori kısmı doğal olarak çözüm odaklı pratiğinin yol göstericisi durumundadır. Neticede her toplumda ve sistemde üretim faaliyetleri gerçekleşmekte ve bunun sonucunda farklı tür ve nitelikleriyle servet denen birikim oluşmaktadır. Üretime katkı ve oluşan servetin dağılım biçimi ise toplumsal bir arzu olarak sosyal adalet olgusuna şekil vermektedir. Bu aşama, aynı zamanda farklı çözümler vadeden doktriner yaklaşımlar için en zorlu yarış parkuru halini almaktadır.
Hep dillendirilen servet dağılımındaki adaletsizlikler, emek-ücret eşitsizliği, servetin belirli zümrelerin elinde tekelleşerek sömürü sopasına dönüşmesi, zengin-fakir tabakalar arasında her geçen gün büyüyen uçurum gibi bir türlü çözülemeyen kronik sorunlar, tam da bu aşamada model sunan doktrinlerin niteliğine ayna tutmaktadır.
D E V A M E D E C E K…