Dışa bağımlılığı bir devlet politikası haline getirdiğimiz günden bu yana ‘siyasi, askeri, ekonomik ve sosyal' krizlerden bir türlü kurtulamadık. Her bir kriz kendi çapında hükümeti, ülkenin bağımsızlığını ve halkı etkiledi, etkiliyor. Her kriz elbette etki alanına göre insanları ve piyasaları etkiler. Kanımca bu krizlerden etki alanı ve süresi en çok olan ekonomik krizdir.
Ekonomik kriz, hem sebep hem sonuçtur. Ekonomisi güçlü olmayan bir ülkede, doğal olarak ‘işsizlik, ayrımcılık, adaletsizlik, dış müdahale' gibi diğer krizler baş gösterir. Güçlünün haklı, haklının zayıf olduğu; seçkinlerin kanunlardan etkilenmediği, güçsüz ve zayıfların lehine dahi olanı elde edemediği; renk, dil, cinsiyet ve mezhebinden dolayı insanların dışlandığı bir ortamdaki istikrarsızlık ekonomiyi de doğal olarak etkileyecektir.
Yolsuzluk, rüşvet, faiz, israf, tefe gibi para elde yolları hem dini, hem fıtri hem de yasal olarak tasvip edilmez ve men edilmiştir. Kendisi için ‘kazanç' kelimesini kullanmaktan imtina ettiğimiz bu para/maddi eder elde yolları alın teriyle ve helal olmadığı, başkalarının hakkına girmek ve hakkını gasp etmek olduğu için maddi bir eldedir.
Ekonomik kriz hem dikey hem yataydır. Hükümet politikalarından insanlara doğru bir etkileşim oluşturduğu gibi üretici tüketici, satıcı alıcı arasında da bir tesir oluşturur. Eşitsizlik ve yoksulluğu da beraberinde getiren bu kriz, kısır döngüden, depresyona oradan sosyal ve psikolojik patolojik vakalara götürür.
Ülke ekonomisine bağlı olarak son bir yıldır ekonomik bir krizden hepimiz iliklerimize kadar etkileniyoruz:
Doların yükselişi, borsadaki istikrarsız iniş çıkışlar, faiz oranlarındaki artışlar, üretimden ziyade tüketim endeksli bir yaşam tarzı, her geçen gün artan zamlar ve yükselen enflasyon, fırsatçılık, alım gücünün düşmesi ve ekonomik olumsuzlukta grafiği yukarı çeken daha birçok olumsuzluk bu etkinin derecesini ortaya koymaktadır.
Hükümete yakın kaynak ve ağızlar alım gücünde düşüşü %10'lar olarak söylese de sokaktaki insanın kazancı veya maaşı bu düşüşün %30'lar aştığını söylüyor. Bu noktada sorumluluk sahibi olan, çözümün bir paydaşı olabilecekler, sorunun güçlü veya zayıf kaynağı olan kim varsa herkes bir suçlu arıyor. Muhalefet hükümeti suçluyor, hükümet dış güçleri ve fırsatçıları, halk tavandan tabana gözüne kestirdiğini veya gücünün yettiğini suçluyor.
Nasreddin Hoca'nın evine giren hırsız her ne kadar suçluysa kapıyı açık tutan ev sahibi hoca da o kadar suçludur. Ortada bir kriz varsa elbette bu krizin sebepleri, spekülatörleri, tetikleyicileri ve kaynakları vardır.
Küresel emperyalizm, bu krizde başat sebeptir. ‘Rüşvet, faiz, tefe, israf, yolsuzluk, fırsatçılık ve istifçilik' gibi haksız ve emeksiz kazanç unsurları da etkili sebeplerdir. Hükümetin ekonomi politikası ve kurmayları da bu krizin artmasında önemli bir unsurdur.
Doğru sonuçlar, doğru önermeler ve doğru yöntemlerle elde edilir. Ekonomide de doğru ve sağlıklı sonuçlar ‘liberal telkinler, postmodern yaklaşımlar, kura endeksli dalgalanmalar, faize dayalı bir iktisadi anlayışla' asla alınmaz. İki yanlıştan bir doğru çıkmayacağına göre birçok yanlışla doğrunun kokusu bile alınmaz.
Ekonomik krizde doğru şudur: ‘İsraf olmamalı, faiz kaldırılmalı, rüşvet yasaklanmalı, haksız kazanca yeltenenler hesap verebilmeli, alın teri kıymetlenmeli, dış kaynaklı değil yerli istişare mekanizması işletilmeli, üretim desteklenmelidir.'