Kim köle, kim mahkûm, elinde kelepçe ve ayaklarında pranga olan mı? Yoksa malı, makamı, mevkisi, hayal ve istekleri yani dünyası zihnine, aklına ve kalbine kelepçe ve pranga olan mı?
Hangisi daha sefil, hangisi daha acınacak halde ve esarette ehil?
Kim kime muhtaç, kim başkasının yardımına aç?
Kim daha çok başkalarının emrine hazır, hangisi anbean başkasına hazır kıta olur?
Devletlûlar mı, yoksa hak namına mahpus damlarında bile saadeti bulanlar mı?
Mahpus damlarında saadet ve mutluluğa vasıl olunur mu, demir parmaklıkların arkasında dört duvar arasında vuslata erişilir mi?
Önceki soruların cevabını vermek size kalsın, son sorunun cevabı için: Tabii ki evet. Hz. Yusuf gibi harama bulaşmaktansa, iffete toz kondurmaktansa, Allah'ın emrine asi olmaktansa; zindan daha güzel, daha çekicidir, (Yusuf, 12/33) diyenler dün olduğu gibi bu gün de ulaşır. Örneğin Cumhuriyetin kuruluş yıllarından bu güne Bediüzzaman Said Nursi ve onun gibi insanı ve İslam'ı dert edinenlerden yolu zindana düşenler saadete erişmişler.
İşte Allah için esareti tadan, değildir gerçek esir; dağdağalı zindan hayatı etmez dağ imanına tesir.
Dolayısıyla mana itibariyle asaleti ve hürriyeti iliklerine kadar yaşayanlar onlardır. Onlardan biriyle karşılaştığınızda sözlü ve fiili olarak yolumuzu hapishaneye düşüren Allah'a hamd olsun dedikten sonra, Allah murat ettiği müddetçe biz buradayız. Dünya bir araya gelse Allah'ın dilemesine rağmen, kimse bizi buradan azat edemez. Allah, murat ettiği zaman buradan yol alırız, o zaman da tüm dünya bir araya gelse bizi burada tutamaz. Madem öyle, Allah'tan başkasından medet beklemek, başkasına perestiş etmek meşrebimizin ahlakı değildir, derler.
Fakat bu Müslüman tutuklulardan sürekli hastalığı olanlar, ölümcül hastalığı olanlar kendileri için demezlerse de biz onların adına onlar için “el insaf” demeliyiz ve diyoruz. Varsa insanlık, vicdan ve insaf; ehline sesleniyoruz.
Adalet, el insaf adalet diyoruz. Fakat maalesef öyle bir zamandayız ki herkesin adalet tanımı bulunduğu yere göre değişiyor. Toplum olarak artık, yargılardan kurtulup saf adalet tanımını da yapabilmemiz gerekiyor. Olabilir mi? Tabi olur; ama vahiyden beslenip merkeze insanı alırsak olur.
Neden, vahiy; çünkü beşerin adaleti ya topal oluyor ya geç oluyor, ya güç oluyor. Ya da adalet, aksi adalet oluyor. Beşeri izmlerin adaleti nakıstır, ikili oynaması ve kişilere göre muamele etme hastalığının onda nuküs etmesi de toplum için kâbustur. Adalet dağıtacak kurumların çifte standartlığı ve su-i niyetiyle nam salması topluma ve devlete olan güveni de berhava eder.
İslam ise o kadar adaletlidir ki; kişiyi lime lime eden zalime karşı bile adaletten ayrılmamayı farz kılar.
Zulme son vermek adına bile olsa zulme cevaz vermez.
Şu bilinmelidir ki, adaletten ayrılan yolunu şaşırır, zulümle kimse abad olmamıştır.
Bir yönetici için, hüküm koyan bir kadı/hâkim için dünya ve ahiret saadetinin miftahı ve anahtarı imandan sonra adalettir, adaletle hükmetme, adaletle yönetmedir.
Madem öyle bir daha hapishanelerdeki hayatlarını tek başına idame edecek durumda olmayan ya da ölümcül hastalığı olan mahkûmlar için bir kamuoyu oluşturma zamanıdır.
Adli tıp kurumları, tam teşekküllü hastaneler, cumhuriyet savcılıkları, sivil toplum kuruluşları, basın ve yayın kuruluşları, milletvekilleri ve bürokratlar kimin payına ne düşüyorsa kimin elinden ne geliyorsa insanlık adına yapmalıdır.
Bunların hepsi bir yana Cumhurbaşkanı, Anayasa'nın 104. maddesine göre; “sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletme ve kaldırma” yetkisini kullanmalıdır. Biz bunu derken de bu yetkisini sadece İslamcı mahkûmlar için kullanmasını değil “herkese adalet, herkese insaniyet” şiarıyla Laik, Kemalist, komünist, solcu, İslamcı her kim olursa olsun; herkes için kullanmalıdır. Mazlumun dini, ideolojisi sorulmadığı gibi, hastalıktan bitap düşmüş, başkalarına muhtaç olmuş mahkûmların da dini, ideolojisi sorgulanmamalıdır. Türkü, Arabı, Zazı, Lazı, Çerkezi, ecnebisi kim olursa olsun herkese hak ve hukuk, insaniyet ve adalet. Çünkü biz kinden, kandan, intikamdan değil; haktan ve insanlıktan yanayız. Onun için ‘herkese adalet' diyenlerdeniz.
Ne yazık ki, biz herkese adalet ve insaniyet derken, daha önce Ergenekon, Kck gibi davalar için özel yasalar çıkarılırken inancından dolayı 28 Şubat darbesinin mağdurları olan İslamcılar unutulduğu gibi hasta mahkûmlarda da zaman zaman bu durum söz konusu oluyor. Hüseyin AKBALIK, Yasin DEMİR gibi Müslüman kardeşlerimizin durumlarının gözetilerek tahliye edilmeleri belki bu çifte standartın sonunun bir başlangıcı olabilir.
Netice olarak, mutlak adalet gününün hesabını yaparak mevki ve makamları hak ve adaletin hizmetine koyan; duruşunu ve eylemlerini haktan ve adaletten yana belirleyenlere ne mutlu. Haktan ve adaletten uzak duranlara da yazıklar olsun.
Özelde hasta mahkûmlar için Allah'tan şifa beklerken, genelde tüm mahkûmlar için Allah'ın hayırlı bir kapı aralaması temennisiyle; zindanda ömür tüketmenin karşılığında cenneti satın alan hürriyetin gerçek sahibi bahadırlara selam olsun.