Ortadoğu halklarının ekonomi ile imtihanı modernitenin din edinilmesi ile tam da kapitalizmin istediği tarzda devam etmekte. Ne gelirin helalliği ya da haramlığı, ne de ihtiyaçların sınırsızlığı fantezisi halen devlete ram olmuş bireyleri ilgilendirecek bir seviyeye gelmemiştir.
Eskiden aç kalma korkusu Müslim şahısların en büyük imtihanı iken, bugün gelinen noktada konformist hayat tarzının seviye olarak aşağı doğru seyri, Müslim olma iddiasındaki fertleri ürpertir hale gelmiştir. Eldeki kuş, daldaki kuştan yeğdir düşüncesi ne analize ne de yargıya izin vermemektedir.
Rivayete göre kapitalizmin özelliği, daha çok kazanmanın erdem sayılması ve buna bağlı olarak kârı azamiye çıkaran işleyişin insan ilişkilerinde merkezi yeri işgal ediyor oluşudur. Kapitalizmin sözünü geçirdiği toplumlarda, milliyet, din, ahlâk gibi unsurlar topluma yön veren güçlü tayin ediciler değildir. Onun yerine paranın dini, paranın milliyeti ve paranın ahlâkı söz konusu edilir olmuştur.
Kapitalist mekanizma üstünlük sağladığı toplumlarda “baş”lar koparır. Koparılan başlar eski yöneticilerin ve köhnemiş yönetim tarzlarının tasfiyesi değildir. Tasfiye edilen bir cemaatin kimlik belirtme, karakter kazanma yollarıdır. Tabiatın boşluk kabul etmeyeceğine inanan kapitalizm, bu boşluğu iktisada dayanan despotluk ile bir şekilde tayin ve kabul ettirir.
Bu öngörülerin ışığında söylenmesi gereken şeyleri söyleyemeyen, zulme dur diyemeyen, zalimin karşısında olmayan bir cemiyetin hayra ermesini ummak adeta safdillik olur. Burada sözü edilen safdillik, naiflik manasında değil elbette. Para ve şöhretin cazibesi ile başı dönmüş insanların ısrarla sermest olmadıklarını beyan etmek için bir sürü laf kalabalığına başvurmaları sıradanlaşır. Lafazanlık bu cemiyetin erdem görüntüsü ise varın erdemin ne kadar baha ettiğini artık siz düşünün.
Topyekûn ve alayı birleşmiş İslam'ın asla “Saadet Asrı” getiremeyeceğini, olsa olsa bu cinnet hallerini icat edeceğini şarkı yapan korolara katılan sermestler, mazlum ve mahrum, kanmış ve kandırılmış ama onurlu ve izzetli bu halkın zekâsıyla alay ediyorlar gayri. Her fesadın ve fitnenin ardında rengi olanlar, kapitalizm ve narsizmin gölgesinde büyüyenlere artık yeni bir görev verilmiş adeta. Dün Pennsylvania'dan memuriyet alanlar, bu gün hangi ihaleyi “qibale” usulü götürüyor, anlamakta güçlük çekiyoruz. Ağızlarından çıkanı kulakları duymuyordur demek geçiyor içimizden, lakin artık her ağızdan çıkanı kaydeden ve depolayan kameralar ve insanların onları tekrar tekrar izleyebileceği ortamlar olduğunu düşününce iyiden iyiye içinden çıkamaz hale geliyoruz.
Yıllardır canımız yanıyordu bu sinsi ve ikircikli tavırlardan. Birileri diğer birilerini yiyebilmek ve bu akıntının tek timsahı olabilmek adına habire kanlı dişini gösteriyor. Vaveyla koparmaya gerek yok, bu günün ecinnisini de biliyorduk, yarınınkini de… değer katilleri, sistem adamları, Hak'tan uzak, halka yabancı ama bir o kadar da laf ebesi… Ne diyelim şimdi?
Hani ne durumda olduğumuzu anlatmaya mecal yetiremeyince işi eskilere havale ederlermiş ya yazar taifesi biz de öyle yapalım ki sözümüzden anlamayan sükût edişimizden bari bir hisse çıkarır diye…
“Bekri Mustafa, yoksul bir mahallede “Küçük Ayasofya Camii'nin önünden geçmektedir. O sırada musallada bir tabut vardır, fakat namazı kıldıracak imam ortalarda yoktur.
Cemaatin, beklemekten canı sıkılır ve başında kavuğu, sırtında cübbesiyle oradan geçen Bekri Mustafa'yı “hoca” zannederek namazı kıldırmasını söylerler.
“Yok, ben hoca değilim” dese de, dinlemezler ve zorla öne geçirirler.
Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun örtüsünü açar ve ölünün kulağına bir şeyler fısıldar.
Cemaat, ölüye ne söylediğini merak eder.
Bekri Mustafa gülerek cevaplar:
“Sen şimdi aramızdan ayrılıp ahirete gidiyorsun. Eğer orada, bu dünyanın ahvalini sana sorarlarsa, Bekri Mustafa Ayasofya'ya imam oldu dersin. Onlar durumu anlar” dedim.