Emr-i bil maruf nehyi anil münker, İslam’ın olmazsa olmaz prensiplerindendir. Müslüman ve mümeyyiz (akil-baliğ), din ehli herkese farzdır. Fiilen gücü yeten herkes farzı eda ile mükelleftir. Müslüman, başkasını beklemeksizin vazifesine koşmalıdır. Ferdin gücünün fevkinde olan durumlarda bir bütün olarak İslam toplumu devreye girer. Müslüman’ın, Müslüman sıfatını taşıması dolayısıyla “iyiliği emir, kötülükten nehiy” sorumluluğu olduğu gibi, toplum içinde yaşadığından bir “imam” rehberliğinde “cemaat ferdi” sıfatıyla da sorumluluğu vardır. Bu konuda kadın-erkek farkı yoktur. Maalesef günümüzde batıl yeryüzünü kaplamış, zulüm yerle göğün arasını doldurmuştur. İnsanlığın ihyası ve de adalet toplumunun inşası için kayıp fariza emri bil maruf nehyi anil münkerin yapılması şarttır.
Genel hatlarıyla iyiliği emredip kötülükten alıkoymanın şartları şunlardır:
1. İhlâs: Fiil Allah rızası esas alınarak yapılmalıdır. Nefsini tatmin, gösteriş vs. için değil. Allah’ı razı etmek kâfidir.
“ De ki: şüphe yok ben emr olundum ki, Allah’a onun için dinde muhlis olarak ibadet edeyim.”[1]
“Ve o kimseler gibi olmayınız ki, yurtlarından çalım satarak ve nasa gösteriş yaparak ve Allah yolundan men ederek çıktılar. Allah ise bütün yaptıklarını kuşatıcıdır.”[2]
“Eğer o razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer o kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, istese ve hikmeti iktiza ederse sizler isteme talebinde bulunmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette doğrudan doğruya, yalnız Cenab-ı Hakkın rızasını esas maksat yapmak gerekir.”[3]
2. İyiliği Emreden İyiliğin Ne Olduğunu Bilmeli Ve Bunu Yaşamalıdır: Neyin helal neyin haram olduğunu bilmeyen bu görevi yerine getiremez. Müminin emrettiğini öğrenmesi, sonra emretmesi ve daha sonra ona muhalif olan şeylere karşı çıkması lazımdır. Aynı şey kötülük için de geçerlidir. Bir doktor gibi gözlem yapmalı, teşhisten sonra tedaviye girişmelidir. Her Müslüman, bilgisi nisbetinde davette bulunur. İyiliğin başında Allah’ın birliğine iman esaslarına davet etme vardır. Kötülükten vazgeçirmenin başında da her türlü şirkten alıkoyma görevi vardır. Bunun yanında çağrının etkili olması için nehiy edilen münker mükellefçe yapılmamalıdır. Yoksa insanların maskarası olur.
(“Resulüm!) De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben insanları Allah’a (körü körüne değil) bir basiret üzere davet ediyorum. Ben de, bana tabi olanlar da (böyleyiz). Allah’ı ortaklardan tenzih ederim. Ben müşriklerden değilim.”[4]
“Ey iman edenler! Yapamayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz. Yapamayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.”[5]
Usame b. Zeyd b. Harise(ra), Resulullah(sav)’tan şöyle işittiğini buyurmuştur: “Kıyamet gününde bir adam getirilir, cehenneme atılır. Bağırsakları karnından dışarı çıkar. Sonra bunların çevresinde (değirmen) merkebinin değirmende döndüğü gibi döner. Bunun üzerine cehennem halkı, onun başına toplanır ve:
“Ey filan! sana ne oldu? Sen marufu emredip, münkerden de nehyetmez miydin?” derler. Adam:
“Evet, ben marufu emreder, fakat kendim yapmazdım. Münkerden nehyederdim; ama kendim de onu işlerdim, cevabını verir.”[6]
3. Yumuşaklık: Yumuşak söz söylenmeli, kaba ve sert olunmamalıdır. Allah Teala, birçok ayet-i kerimede yumuşaklığı öğütlüyor.
“(Resulüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve o hidayete erenleri de çok iyi bilir.”[7]
“(Resulüm!) Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.”[8]
Hz. Ömer(ra), ölüm döşeğinde yatarken yanına Ensar’dan bir genç geldi. Hz. Ömer Dar-ul Fena’da ömrünün son anlarını yaşıyordu. Genç, güzel sözler sarf etti. Sonra geriye çekildi. Hz. Ömer(ra) gencin elbisesinin uzun olduğunu görünce, o gence: “Ey genç! Elbiseni kısalt, şüphesiz elbiseni kısaltman onu daha temiz tutar ve Rabbini daha fazla razı eder,” dedi.
İşte vahyin ve sünnetin ikliminde yetişmiş adalet timsali örnek bir şahsiyet. Cahiliye’de aşırı sertliği ile bilinen Ömer b. Hattab, İslam’la müşerref olduktan sonra şeytanın, gördüğünde yolunu değiştirdiği Ömer-ül Faruk’a inkılâp etmiş, ölüm sarhoşluğunda yumuşaklıkla-güzellikle marufu emr, münkeri nehiy vazifesini yapmaktan geri kalmıyor. Sen ne yücesin ey İslam!
Davet üslubunda asıl olan yumuşaklık olmakla beraber, zalim ve despotlara karşı sert davranmak, icabında hakkı açıkça söylemek gerekir. Evet, yeryüzünde zorbalık yapan, Allah’ın hükümlerini hiçe sayan, haksız yere kan akıtan, işkence yapan tağutlara karşı yumuşak davranmak zilletin ta kendisidir. İdareciler, Allah’ın vaz’ ettiği hükümleri uygulamak, yeryüzünü Allah’a ibadetle imar sorumluluğu vardır. Sapma görüldüğü anda kendilerine müdahale zorunluluğu doğar. Bu olgu, ayet ve hadislerde sarahaten ifade edilmiştir.
“Onlar (o Mü’minler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekatı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.”[9]
Efendimiz (sav), Ebu Said el Hudri’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte; “Cihadın en üstün mertebesi zalim sultan huzurunda adalet kelimesini söylemektir” buyurmuştur.[10]
Müslümanların tarihi, zalimlere karşı şanlı kıyam örnekleriyle doludur. Cümle Hüseyinlerin Serveri imam Hüseyin’in zalim Yezid’e karşı başkaldırışı buna en güzel örnektir. Dikkat ediniz! Resul-i Zişan’ın sevgili torunu, cennet gençlerinin efendisi, sünnete uyanların gözbebeği Ebu Abdullah İmam Hüseyin’den bahsediyoruz. Adaletin değil saltanat zulmünün cari olduğu, sözün gücünün değil, gücün sözünün hâkim olduğu, beynel-nehreyn’de güneşin değil suyun arandığı Kerb u Bela yolunda aşk ve iman kokulu meşhur hutbesinde Mü’minin uyarı sorumluluğunu şöyle haykırıyordu.
“Ey insanlar! Resulullah(sav) şöyle buyurdu; ‘Sizden zalim, Allah’ın haram kıldıklarını helal kabul eden, Allah’ın ahdini bozan, Resulullah(sav)’ın sünnetine aykırı hareket eden, Allah’ın kulları arasında haksızlıkla davranan bir yönetici görüp de onun bu durumunu herhangi bir hareket veya söz ile değiştirmeyen bir kimse olursa, Allah’ın böyle bir kimseyi de bu zalim yöneticiyi koyduğu yere koyması hakkıdır.’ Haberiniz olsun ki, şunlar şeytana itaate koyulmuş, Rahman’a itaat etmeyi bırakmış, fesat çıkarmış, Allah’ın hadlerini askıya almış, ganimetleri kendi hesabına geçirmiş, Allah’ın haram kıldıklarını helal, helal kıldıklarını haram kabul etmiş bulunuyorlar. Ben ise bunu değiştirmek hakkına herkesten çok sahip olan kişiyim.”[11]
Aynı izzetli tavır kıyam ateşini yaktığı ilk konuşmasında da vardır. “Ben kötülük için, yeryüzünde büyüklük taslamak için ve insanlara zulmetmek için yola çıkmadım. Dedemin ümmetini ıslah etmek için yola çıktım. Benim amacım marufu emretmek ve münkeri yasaklamaktır.”
İnzar Dergisi
[1] Zümer Suresi: 11
[2] Enfal Suresi: 47
[3] Risale-i nur 21. Lam’a
[4] Yusuf Suresi: 108
[5] Saf Suresi: 2-3
[6] Buhari - Müslim
[7] Nahl Suresi: 125
[8] A’raf Suresi: 199
[9] Hac Suresi: 41
[10] Ebu Davud -Tirmizi
[11] İslam tarihi(İbn-ül Esir) 4. C.