Gözlerimizin Nuru Sevgili Peygamberimiz (sav)’e inzal olunan ilahi emirler, İslam davetini her geçen gün yeni bir merhaleye taşıyor ve gün be gün İslam davası serpilip gelişiyordu.
Yakın akrabalarının davet merhalesinden sonra İlahi emir, bu sefer: “Şimdi, sen, ne ile emrolunuyorsan apaçık bildir! Müşriklere aldırış etme!” (Hicr S. 94) fermanıyla daha genel bir surette davetin yapılmasını Hz. Peygamber (sav) ve Ashabından istemektedir. Bu emir karşısında Sevgili Peygamberimiz (sav) bir an bile tereddüt etmeksizin hemen Kâbe’ye yakın olan Safa Tepesine çıkar ve önemli bir haber veren habercinin nidasıyla “Ya sabaha! Ya sabaha!...” diyerek Kureyşlilerin toplanmasını sağlamaya çalışır. Toplanan Mekkelilere: “Ey Kureyş Cemaati!” hitabıyla konuşmaya başlar:
“Benimle sizin haliniz, düşmanı görünce ailesini haberdar etmek için koşmaya başlayan ve düşmanın kendisinden önce ailesine yetişip zarar vermesinden korkarak ‘Yâ Sabâhâh! diye bağıran bir adamın haline benzer. Ne dersiniz? Ben, size şu dağın eteğinden veya şu vadiden, sizi yağmalamak isteyen birtakım atlıların çıkıvereceğini yahut sabah veya akşam düşman baskınına uğrayacağınızı haber verirsem, beni tasdik eder, doğrular mısınız?” diye sorar.
“Evet! Seni tasdik eder, doğrularız! Çünkü, biz seni bütün tecrübelerimizde doğru sözlü bulduk! Sen, bizim katımızda herhangi bir suçla suçlanmış bir kişi de değilsin! Sende hiçbir yalana rastlamış değiliz!” derler. Bunun üzerine, Peygamberimiz (sav):
“Öyle ise, ben sizi şiddetli bir azap karşısında korkutup uyarmaya memurum” diyerek konuşmasına: “Ey Abdulmuttalib Oğulları! Ey Abdi Menaf Oğulları! Ey Zühre oğulları! Ey filan oğulları!” diyerek birer birer Kureyş Kabilesinin bütün ailelerine seslenip hitabına şöyle devam eder:
“Yüce Allah; en yakın hısımlarımı azab ile korkutmamı bana emretti. Sizler ‘Lâ ilahe illallah/Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur’ demedikçe; ben size ne dünyada bir yarar, ne de âhirette bir nasip sağlayabilirim” buyurur.
Peygamberimiz (sav)’e atmak için eline bir taş alan Ebuleheb: “Yuh sana! Sen bugün gelip de, bizi bunun için mi topladın?!” diyerek bağırır. Resûlullah (sav), Ebuleheb’e aldırmaksızın hitap ve uyarısına şöyle devam eder:
“Ey Kureyş Cemaati! Kendinizi Cehennem ateşinden kurtarınız!.. Ey Abdulmuttalib Oğulları! Kendinizi Cehennem ateşinden kurtarınız!.. Ben, sizi Allah’ın azabından kurtarabilecek hiçbir şeye malik değilim . Ey Muhammed’in kızı Fâtıma! Kendinizi Allah’tan satın alınız! Siz, benim malımdan, dilediğinizi benden isteyiniz! Fakat, ben sizi Allah’ın azabından kurtarabilecek hiçbir şeye malik değilim. Şu kadar ki, sizlerin bir hısımlığınız var! Ben, hısımlık suyu ile sulayacağım!” buyurur.
Artık Safa Tepesinde İslam davası, Hz. Peygamber (sav)’in dilinden resmen ilan edilmişti. Böylece Kureyşlilerin tüm kabileleri İslam’ın mesajını almıştı. İslam yeni bir merhaleye girmişti. Bu dönemde davanın tebliği açık; örgütlemesi ise gizliydi. Resulullah (sav), ashabıyla birlikte ulaşabildiği herkese davayı tebliğ etmeye çalışıyor, İlahi davayı yüceltiyor ve müşriklere aldırış etmiyorlardı.
Bu dönemde Hz. Peygamber (sav)’in mesajında; Allah (cc)’ı birleme, şirkten uzaklaştırma, Allah’ın Peygamberine inanma ve Ahiret azabıyla korkutma ilkeleri mevcuttu. Bu mesajın fihristesini ise Kelime-i Tevhid oluşturuyordu. Kelime-i Tevhid’in ne manaya geldiğini müşrikler çok iyi anlıyor ve biliyorlardı. Bu kelime ile şirk düzenlerinin esfel derekesine sürüklendiğini görüyorlardı. Bu şirk batağından rant sağlayan güçler, bu mesaja karşı paniklenerek hiçbir delile dayanmaksızın karşı çıkmaya başlamışlar. Bu konuda daha önce de küstahça bir tavır sergileyen Ebu Leheb, Safa Tepesinde dalga dalga yükselen ilahi nura tahammül edemeyerek burada da Hz. Resulullah (sav)’ın bu genel toplantısını sabote etmeye çalıştı. Ama Alemlerin Efendisi’nin ona aldırış etmeksizin güzel ve mantıklı delillerle topluluğu ikna etmeye çalışması, Ebu Leheb’in çırpınışlarını boşa çıkarmıştı. Topluluk her ne kadar Ebu Leheb’le birlikte dağılmışsa bile herkes Muhammed-ül Eminden mesajı dinlemişti.
Davetçiler her konuda Sevgili Peygamberi kendilerine rehber edindikleri gibi; tebliğ vazifelerini ifa ettiklerinde de Onu örnek edinmeleri gerekir. Dava tebliğ edilince çeşitli engellerle karşılaşacağı muhakkaktır. Bu durum karşısında yumuşak, ikna edici ve muhataplarının anlayabilecekleri bir hitap ile davayı sunmaları gerekir. Kaba ve karmaşık bir üslup ile mesajın kitlelere ulaşılmayacağını bilmelidirler. Böylesi bir üslup nebevi olmadığı için hayır ve bereketi de olmayacaktır.
Her yönüyle gizli bir örgütlenme içinde olan bir davanın mesajları da toplumun her kesimine net bir şekilde ulaşılmamaktadır. Eğer şartlar olgunlaşmış ve davanın izharı gerekli olmuşsa; bunun ilan edilmesi, davanın kısa sürede herkese ulaşması ve davanın gelişmesi mukadder olacaktır.
Bununla birlikte davaya rağbet edenlerin nispetinde karşı çıkanları da çok olacaktır. Sevgili Peygamberimizin Safa Tepesindeki ilanıyla birlikte Ona tepki gösteren şahsın ailesinden olması, diğer kesimlerin de düşmanlığını hızlandırmıştır. Şüphesiz bu da davetçi için ayrı ve ağır bir imtihan şeklidir. Ama dikkat edilirse Hz. Resulullah (sav)’ın tepkilere karşı sabırlı olması ve Ebuleheb’e cevap vermekten ziyade davasının tebliğiyle meşgul olmasının mükâfatının Allah (cc)’ın inzal buyurduğu “Tebbet” suresiyle verildiğini görmekteyiz. Allah (cc)’ın Nebiyi zişanını koruduğuna şahit olmaktayız. Şayet davetçiler davetlerinde sabır ve sebat gösterecek olurlarsa ve günümüzdeki Ebuleheblere rağmen tebliğ vazifelerini ifa etmeye çalışırlarsa inşallah onlar da ilahi koruma altında olurlar ve Ebuleheblerin kahrolunmalarına şahit olurlar.
Açık davetin başlamasıyla birlikte bir çok olumsuzlukla karşılaşılacağı muhakkaktır. Bunun için, her halükârda davetçi sabırlı ve hikmetli hareket etmelidir. Gelebilecek saldırılara karşı hazır olmalı ve onları güzellikle karşılamalıdır. Toplum, alışık olduğu dini anlayışlarına yönelik oluşan saldırılara karşı tepkilidir. Yanlış bile olsa toplumsal bir suret alan anane ve geleneklere sıkı bir bağlılık mevcuttur. Bunun bir anda yok sayılmasını beklemek yanlış olur. Bunun için davetçi, ciddi bir hassasiyet göstermeli ve hikmeti elden bırakmamalıdır. Cahili topluma alternatif olarak sunduğu mesajlarının toplum tarafından iyi anlaşılıp hazmedilmesini beklemelidir. Bu arada gelişen tepkilere tepkiyle karşılık verme yanlışlığına düşmemelidir. Davetçi cahillerin seviyesine inmeyecek bir olgunluğa sahip olmalıdır.
Gözlerimizin Nuru, Sevgili Peygamberimiz (sav)’in meşru olan toplumsal geleneklerden de istifade ettiği görülmektedir. Safa Tepesini davasının ilan yeri olarak seçmesi, bu tür geleneksel araçlardan yararlandığını göstermektedir. Dolayısıyla meşru daire dâhilinde bu tür geleneklerden istifade edilmesinde yarar vardır. Günümüzde Safa Tepesinin misyonunu şüphesiz kitle iletişim araçları oluşturmaktadır. Bunun için davetin tüm kitlelere ulaşmasını sağlamak için bunlardan yararlanmak gerekir. Bunu yaparken de işleyişin tüm inceliklerinden istifade gerekir. Bunlardan yararlanmanın ölçüsü de kesinlikle helal dairesinde olması gerekmektedir.
Davetçi için davet ölçüsü, ilke ve kaidelerinin mihenk taşı, davet önderi Hz. Muhammed Mustafa (sav) olmalıdır. Her hususta Onun kutlu adımları kadem kadem izlenmelidir. Buna riayet edilirse inşallah sapma da olmayacaktır. Rabbi Rahimden hakta sebatı nasip etmesini diliyorum.
KAYNAKLAR
-İslam Tarihi: M.Asım Köksal
-El Esas Fi Sünne: Said Havva
-Fukhu’s Siyre: Dr.M. S. Ramazan El Buti
-İslam Peygamberi: Prf. Dr. M.Hamidullah
-Peygamberimizin Hayatı: İmam Şibli
-Siret-i İbn-i Hişam
-Tarihü-l İslam: İmam Zehebi
-Muhammed Aleyhisselam: imamüddin Halil
-Hz. Muhammed’in Hayatı: Mustafa Sibai
-Son Peygamber Hz. Muhammed: Prof. Dr. M. E.Zehra