Türkiye'de 2002'den sonra genel olarak işlerin iyiye gittiği doğrudur. Ancak bu durum hâlâ var olan çok önemli eksik ve yanlışları görmemize mâni olmamalıdır. Ülkeyi tehlikelerden koruyacak 'âdil' bir yönetim ihtiyacı ve bu yönetimin referansı olacak tarafsız bir anayasa'ya olan ihtiyaç her geçen gün artarak devam ediyor. Böyle olduğu halde yeni anayasa ve bunun nasıl olması gerektiği konusunda iktidar ile muhalefet partileri arasında bir türlü mutabakat sağlanamıyor. Muhalefetin ülke yararına olacak konularda iktidarın doğrularına destek vermesi gerekirken, aksi istikamette sürdürdüğü ısrar ve inat politikası, iktidarı da bazı yanlışlara sürüklüyor.
Muhalefet, ne pahasına olursa olsun hükümet ve Erdoğan'ın yıpratılması ve düşürülmesini hedefliyor. Hatta muhalefetin bu uğurda, Erdoğan'ı istemeyen dış odaklarla aynı safta durduğu da, acı ama gerçektir. Muhalefetin bu anlaşılmaz tutumu Erdoğan ve ona bağlı olan hükümet üzerinde çok olumsuz etkiler bırakmışa benziyor. Ülke yönetiminde totaliterleşmeye doğru bir meylin oluştuğu inkâr edilemez. Bu durumun oluşmasında, iktidar gibi muhalefetin de payı vardır. Özellikle Kürt meselesinde Erdoğan ve Ak Parti'nin geldiği nokta eskiye göre çok farklı ve düşündürücüdür. PKK'nin aldığı savaş kararı ile DBP'nin 'Seni başkan seçtirmeyeceğiz' vb. söylemlerinin Erdoğan'ın sertleşme politikasında önemli rol oynadığını unutmamak gerekir.
Ancak muhalefet ve PKK'nın yanlışları, hükümete yanlış yapma ruhsatını ve hakkını vermez. Ve bu durum iktidarı masumiyet kürküne büründüremez. Kim olursa olsun, işlediği yanlışın hesabını vermelidir. Ayrıca dindar ve muhafazakâr kimliği ile bilinen bir hükümetin yaptığı hatalar, aynı zamanda İslam'ın ve Müslüman kesimin hanesine eksi olarak kaydedildiğini de unutmamak lazım. Herhangi bir yerde dini bir konu açtığınızda, karşınıza mevcut iktidarın, kendi yandaşlarının bulaştığı yolsuzluk ve diğer gayr-ı meşru işlere göz yumduğu konusu çıkarılıyor. 'İşte dindarlar hep böyledir' genellemesi yapılıyor. Güneydoğu'da da süren yıkımın bütün faturası 'İslamcı Erdoğan' namına kesiliyor. Oysa dünya âlem biliyor ki, çözüm sürecini bozan ve dolayısıyla bunca yıkım ve acıya ülkeyi iten taraf PKK'dır.
Evet, PKK başından beri yanlış yaptı. Şiddet ile bir yerlere varılacağını sanan bu örgüt son olarak Kürdistan'ın güzelim şehirlerini harabeye çeviren sürecin baş müsebbibi olmayı da başardı. Sur'dan, Cizre'den, Şırnak ve Nusaybin'den gelen görüntülerin, Halep'ten ve Gazze'den hiç bir farkı yok. Yüzbinlerce insanımızın evleri yıkılmış. Mahalleler tanınmaz hale getirilmiş. Camiler ve tarihi doku yıkımların kurbanı olmuş. Yıkılan, yakılan yerlerin sakinlerinin nereye gittikleri, neler yaşadıklarını da soran, bilen yok.
Hükümetin veya devletin güçlü olması, tek başına sayısal verilerle ölçülemez. Bir konuda halkın oyları ve kamuoyu yoklamalarının sizi destekleyen sonuçları da haklı olduğunuzu göstermez. Şayet bir devlet veya hükümet, âdil davranma cesaretini gösteriyorsa bence en güçlü devlet odur. Yalan-dolan, hile ve tehditlerle muhalifleri susturan, sindiren politikalar kalıcı değildir. Adalet mülkün(iktidarın) temelidir. Yerler ve gökler bu ilke üzerinde kurulmuş ve ona göre varlığını devam ettirmektedir. Zulme bulaşan bir otoritenin güçlü görünmesi yanıltıcıdır. Zalim çok geçmeden elindeki gücü kaybeder; kendisine destek sağlayanlar da en ufak bir tehlike esnasında onu kendi elleriyle hazırladığı felâketle baş başa bırakırlar. Tabii ki gelen bu facia zulme destek olanları, seyirci duranları da yakar. 'İçinizden yalnızca zalimlere erişmekle kalmayacak olan bir fitneden de korunun! Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu bilin.'(Enfal:25)
Şimdi sormak gerek: Hükümet veya devlet çözüm sürecinde bölgeyi neden PKK'ya teslim etti? PKK'nin bu süreci fırsat bilerek şehirlere cephane yığması, her tarafı silah ve patlayıcılarla doldurmasının hesabını kim verecek? Peki, şehirleri PKK militanlarından temizlemenin yolu bu mu olmalıydı? Can kaybını ve vatandaşın mağduriyetini asgariye indirecek başka alternatif çözümler neden denenmedi?
Ak Parti, Kürt meselesinin çözümünde kendi tezinden vazgeçmiş, işi askere bırakmıştır. Askeri çözüm ise 'çözümsüzlüğün' ta kendisidir. Şehirlerimizde patlayan bombalar, spor sahalarına taşan ırkçı saldırılar 'vurun bitirin, kökünü kazıyın' politikasının acı sonuçlarıdır.
Hükümet, Kürtleri gerçekten PKK'nın kucağına atmak istemiyorsa, çatışma bölgelerinden göçen vatandaşın sorununa acilen çözüm bulsun, yaraları hemen sarsın. PKK ile savaşı şehirlerden uzaklaştırsın ve vatandaşın güvenliğini sağlasın. Bütün ayrımcı uygulamalara son verecek 'adil', 'tarafsız' , 'özgürlükçü' ve milletin inancıyla sorun teşkil etmeyecek bir anayasanın yapılmasını asla geciktirmesin.
Adil halife Hz. Ömer'in 'Adalet mülkün temelidir' sözü sadece mahkeme duvarında yazılı kalmasın. Adaletin 'güç', zulmün de 'acziyet' olduğu unutulmasın.