Bir takım gizemli isimlerle, yer, tarih, istatistik, uzman veya yetkili beyanlarıyla karışık anekdotlarla süslendiği zaman tadından yenmeyen komplo teorileri her zaman bir şekilde ilgi görür. Haliyle virüs ve aşı ile ilgili tartışmalar belki bir müddet daha alevlenecek ancak uygulamada sonuç değişmeyecek.
Müslüman coğrafyalar da dahil toplumların neredeyse bütünü yakın süreçte bir şekilde aşı olacak. İnşallah yaza girmeden büyük ölçüde bu illet gündemden düşecek ve gelecek yıl, bu salgın hiç yaşanmamış gibi süratle unutulup gidecek.
Fırtına dinip sular çekildiğinde/gemi karaya oturduğunda tanıdık öykü kaldığı yerden akmaya devam edecek. Ad kavmi, Semud kavmi, Lut kavmi, Medyen-Eyke ve bunların türevleri sahnede hünerlerini daha şaşaalı sergileyecekler, kimi sattığı putların parasının faizi için ezecek, kimi kendine kulluğa çağırdığı halklara güvenmediği için köpürecek.
Can tatlı. O yüzden “önce can” mottosuna hiçbir dinin veya dünya görüşünün bir itirazı yok. Tabi “önce kendi canın” diye incelen nefsanî sığlığı ise söylemeye gerek yok.
Birilerinin çokça yazıp çizdiği, hatta farklı dinlerden mesela günümüzdeki Yahudilerden bir takım grupların kendilerine ve ailelerine vurdurmadığı aşının arka planındaki art niyetli planların doğruluğunu kabul edelim ya da etmeyelim, verem, kızamık, suçiçeği, tifo, kolera, tetanoz, çocuk felci gibi bir çok hastalığa karşı geçmişten bugüne başarısı ciddi oranda ispatlanmış olan bir yöntemi de herhalde inkar edemeyiz.
Yalnız, aşıyı konuşurken yani çok fazla bahsedilmesini fırsat bilerek şöyle bir parantez açıp bir iki kelam söylesek nasıl olur?
Diyelim ki bu virüs; hedefleri insan neslini azaltmak olan küreselci odakların laboratuvarda üretip, dünyaya saldıkları bir proje olsun. Tamam da ürettikleri teknolojiyle yaydıkları yaşam tarzı, insan neslini mevcut salgından çok çok daha hızlı biçimde bitiriyor zaten.
Mesela evlilik yaşının tüm dünyada ilerliyor olması otomatik olarak beşeri bitiriyor. Boşanmalardaki artış, çocuk sayısındaki düşüş bitiriyor. Bireysellik, yalnızlık, hızlı kentleşme ile bağların çözülmesi, popüler kültürden kaynaklı hazcılık, mânâya/dine karşı lakaytlık, örgütlü biçimde yayılan sapık temayüller, fonlanan feminizm vs zaten normal(de) insanı makine gibi biçiyor.
Peki devletler bazında, bunlara karşı ilaç arayışı var mı? Bu devasa pandemilere karşı aşı için uğraşan var mı?
Düşünün işgal rejimine karşı direniş aşısı olmasaydı, sabır ve şehadet ilacı olmasaydı şimdi sonuç ne olurdu?
Öncelikle dünyanın gelecekteki tek güvencesi ve yegane umudu olan Müslüman Alemin, çok acil birkaç tane aşıyı, hiç zaman kaybetmeden edinmesi şart.
Kur’an ve Sünnet aşısı. Bu aşı, öyle belli dönemlerde değil her gün olunmalı.
Zikir, fikir, şükür aşısı. Okuyarak, düşünerek ve dua, tesbih gibi bileşenlerle yapılan aşı.
Adalet aşısı. Belki idareciler diye başlayacağız ama hayır; anne baba, koca, evlat, patron, işçi, esnaf, müşteri, talebe, hoca, konuşan, yazan, etkili, yetkili, şöhretli, garip hasılı kim varsa bu aşıdan olmalı.
Hakkaniyet aşısı. Her meseleye Hak, hakikat, haklılık penceresinden bakmaya alışana kadar olmaya devam edilecek olan aşı.
Kanaat ve tevekkül aşısı. Belki önce zengin diyeceğiz lakin tüm azalarımızla vurdurmamız gereken aşı. Orta halli, yoksul, geçimi iyi zayıf kim varsa hepimiz bu aşıdan olmak zorundayız.
İhlas ve kardeşlik aşısı. İbadetlerdeki saflığı, huşuyu ve aramızdaki samimiyeti yerine getirecek olan aşı.
Emanet ve mesuliyet aşısı. Yükümüzün farkındalığını kazandıracak olan aşı.
İffet ve izzet aşısı. Manevi temizliği, meşru gücü ve haysiyetin anahtarı olan aşı.
Feraset ve basiret aşısı. Hakkı hak bilip uymayı, batılı batıl bilip kaçınmayı sağlayacak olan aşı.
Ve sabır aşısı.
Bu aşılar öyle güvensiz değil, uzakta veya bulunmamış değil. Yan etkisi olmadığı için korkmaya da gerek yok.
Haydi aşıya..