En Kötü Yoldaş

Kim Rahman’ın zikrinden yüz çevirirse / gafil olursa, şüphesiz ona bir şeytanı musallat ederiz de, o (şeytan) ona arkadaş olur.

“Kim Rahman’ın zikrinden yüz çevirirse / gafil olursa, şüphesiz ona bir şeytanı musallat ederiz de, o (şeytan) ona arkadaş olur. Şüphesiz onlar (şeytanlar), onları doğru yoldan çıkarırlar da, gerçekten kendilerinin hidayete erdirilmiş kimseler olduklarını sanırlar.[1]

Şüphesiz Rabbimizin bize lütfettiği sayısız nimetleri vardır. Bu sayısız nimetleri içerisinde en üstünü ve en kıymetli olanı ise kuşkusuz iman ve İslam nimetidir. Rabbimizin bize lütfettiği iman ve İslam nimetine karşı ona ne kadar şükretsek ve ne kadar hamd etsek elbette azdır. Zaten insanın varlığı iman ve İslam ile değer kazanır. İmansız ve İslamsız bir varlığın hiçbir kıymet ve değeri yoktur. Rabbimizin yüce buyruğuyla: “…İşte onlar hayvanlar gibidir, belki daha da aşağıdırlar…”[2]

Rabbimizin burada koyduğu ölçü genel bir ölçüdür, iman ve İslam nimetinden mahrum olan herkes bu kategori içinde değerlendirilebilir.

Muhakkak ki Rabbimiz, dilediği kullarına iman ve hidayeti lütfeder. O, ezeli ve ebedi olan sonsuz ilmiyle takdirini yapıp Levh-i Mahfuz’a kaydettirmiştir. Bizi de hidayetten pay sahibi kıldığı ve bizi bu istikamette muvaffak kıldığı için O Zat-ı Bari’ye sonsuz hamd-ü senalar olsun. Ancak gafil olmamamız gereken mühim bir nokta var ki, o da bu yüce nimetin kadrini ve şükrünü hakkıyla takdir edip eda etmektir. Bu bilinci kavrayıp bu anlayış üzerinde sebat edip bu istikametten şaşmadan sa’y-ü gayret içinde olmamız gerekir. İşte bu noktada gafil olmamak ve sürekli uyanık olmak gerekir. Eğer şeytan bizi gafil avlarsa, iman edip İslam dairesi içinde yerimizi aldıktan sonra, Allah korusun ökçelerimiz üzerinde, gerisin geriye, İslam dairesinin dışına bizi taşıyabilir. Allah muhafaza buyursun işte bu durum, insanın dünya ve ahireti için en büyük hüsrandır.

Bildiğimiz gibi şeytan, insanın İslam’a girmemesi ve Allah’a hakkıyla kul olmaması için son hız çalışıp didinmeyi, lanetlik olma pahasına da olsa, kendisine misyon edinmiştir. Bir insanın İslam’a girmemesi için bütün hüner ve desiselerini devreye sokar. Onun bütün çaba ve gayretine rağmen eğer bir insan İslam’a girmişse, o bunu kendisi için büyük bir yenilgi kabul eder. Tıpkı bugün İsrail, ABD ve diğer şeytani ve tağuti güçlerin cephelerde yenilgi zehirini yudum yudum yuttukları gibi. Haliyle mücadele sahasında yenildiği ve ciddi yara aldığı için bunun rövanşını almanın hırçınlığına girer ve daha bir intikam ateşiyle yanıp tutuşur. İslam’a giren Mü’mini İslam’dan döndürmek için gece-gündüz bütün fitne ve desiselerini kullanır. Eğer zavallı Müslüman dikkatli ve uyanık değilse, şeytanların tuzaklarını fark etmezse ve Kur’anî basirete sahip değilse, şeytanların tuzağına düşer ki, artık işi bundan sonra tümden zorlaşır. Adeta şeytanın oyuncağı haline gelir.

Tehlike bu kadar açık ve ayan beyandır. Yani ‘iman ettim’ demekle insan tehlikelerden kurtulamıyor. Aksine ‘iman ettim ve ben muvahhitlerdenim’ demekle, bütün insi ve cinni, görünen ve görünmeyen şeytanların kin, düşmanlık ve intikam projektörlerini üzerine çekmiş oluyor. İşte bu amansız düşmanların tehlikesini bertaraf etmek ve etkisiz kılmak için Resulümüz (sav)’e iyi kulak vermemiz gerekiyor. O örnek ve önder Resul buyurur ki; “Üç şey vardır ki, kimde bulunursa imanın halvetini / tadını bulur: Allah ve Resulünün kendisine başkalarından daha sevimli olması, bir kimseyi sadece Allah için sevmesi ve tekrar küfre dönmeyi tıpkı ateşe atılmayı istemediği gibi istememesidir.”[3]

Mü’min, İslam’a öyle sarılmalı ve yapışmalı ki, hiç kimse onu İslam’dan ve İslami hayattan koparmaya güç yetirememelidir. İslam’dan bir anlık koparılmaktansa ve İslam dışı bir hayatı yaşamaktansa, ateşte yanıp kül olmayı bu duruma tercih etmelidir. Eğer bizde bu iman olur ve İslami anlayışımız da bu kadar sağlam olursa, Allah’ın izniyle bütün şeytanlrın oyun, desise ve çabaları boşa gider, üstelik mekir(tuzak)leri boyunlarına dolanır ve tasarladıkları zararları başlarına döner.

“Şeytanların zarar verdiği kimseler, dünyanın iki kuruşluk menfaatine göz dikip dünya aşkını kalplerinin derinliklerine yerleştirenlerdir. Allah âşıklarına ve dava sevdalılarına şeytanlar ve azgınlar, aslanın yanındaki çakallar mesabesindedirler.”

Bu izahattan sonra konunun başına yerleştirdiğimiz ayetiyi kerimeyi anlamaya çalışalım. “Kim Rahman’ın zikrinden (Kur’an’ından gafil olursa) yüz çevirirse, ona bir şeytanı musallat ederiz.”

Burada bir şart bir de ceza vardır: Şart; “Kim Rahmanın zikrinden yüz çevirirse,” ceza ise; “Ona bir şeytanı musallat ederiz”dir. Formül açık ve nettir. Her kim Kur’an’a ve İslam’a gerekli ihtimamı göstermezse, ilgisiz ve alakasız kalırsa, gafil olursa, onu öğrenmek, anlamak, yaşamak, öğretmek ve yaşatmak için bütün varlığını seferber etmezse, ciddi bir gayret içinde olmazsa ve bu istikamette Müslümanlara omuz vermezse, biz ona bir şeytanı musallat ederiz. Mesele bu kadar açık ve nettir. Eğer bir insan kendisine merhamet etmezse, İslam’la hidayet bulmuşken hidayete sırt çevirirse, Rabbim de ona merhamet etmez. Kur’an’ın, İslam’ın, İmanın, enbiyanın ve güzelim, nur misal Müslümanların arkadaşlığına razı olmaz, kendisini bu kutsallara kurban etmezse, o zaman şeytana arkadaş olup kendini ona kurban edecektir. Başka üçüncü bir yol yoktur. Her iki tarafı da idare ederim, nötr pozisyon anlayışı beyhude bir anlayıştır. Rabbim bir insana şeytanı musallat etsin de o şeytana karşı mukavemet göstersin! Şeytan, aynen kedinin fare ile oynadığı gibi onunla oynar. Allah ve Resulüyle şaka olmaz, oyun olmaz! Onlarla oynamaya yeltenenler aslında kendi gelecekleriyle oynamış olurlar. Sanırım ayet açık ve nettir! Kim İslam’dan ve Kur’an’dan gevşeklik gösterirse, şeytan onun ikizi olur, ondan ayrılmaz, sürekli onunla beraberdir. Şu iyi bilinmeli ki, gerçekten şeytanın beraber olduğu bir insan iflah olmaz, cehennemi boylamaktan kurtulması mümkün değildir. Cennete ise deve iğne deliğinde geçtiğinde o da giriverir.

“Şüphesiz şeytanlar onları doğru yoldan çıkarırlar da, gerçekten kendilerinin hidayete erdirilmiş kimseler olduklarını sanırlar.”

Şeytan bu duruma düşen insanın kulağından tutar, peşine taktırır ve usulünce imandan, İslam’dan ve insanlıktan uzaklaştırır. Der ki, “Müslümanların cennetvari ortamına, o buram buram misk-ü amberin koktuğu rahmet atmosferine razı olmadın, o zaman fosseptik çukuruna haydi gidelim.” Şeytan hünerlidir, haliyle beraberinde olanlar da pistirler, onlara o fosseptik çukurun pisliğini ve kokusunu en güzel bir hayat için olmazsa olmazı olarak takdim edip kabul ettirecektir. Bedbaht adam zannedecek ki, şeytanın kendisine sunduğu ve telkin ettiği sapıklık ve pislik, en doğrusu ve en iyisidir. Hayatından gayet memnun olma görüntüsünü verecektir. İslam için başa gelecek bela ve sıkıntılardan kendince kurtuldu ya, gerisi önemli değildir. Pislik çukurunda mı tepiniyor, din ve imandan mı mahrum oluyor, cehennem mi onu bekliyor, hiç ama hiç umurunda değil. Dalaletin bataklığında çırpınır; fakat hidayet üzeri olduğunu sanır; çünkü şeytan o şekilde ona belletmiş, o da şeytanın bellediğini sayıklayıp durur. Ya Rabbi! Senin rahmetine iltica ediyoruz, bize merhamet et!

Şeytanı dost edinenin durumu ile ilgili Rabbimiz şöyle buyurur: “Ki onun (şeytanın) hakkında gerçekten şöyle yazılmıştır: “Her kim onu dost edinirse, şüphesiz o, kendisini sapıklığa düşürür ve onu alevli ateşin azabına götürür.” [4]Ne korkunç bir durum! Şeytan, kendisini dost edinen kimsenin perçeminden tutup sürükleye sürükleye, dalalet labirentlerinden dolaştıra dolaştıra sair cehennemine atıverecektir.

“Onlar, İslam’a girmelerini senin başına kakıyorlar. De ki: “İslam’a girmenizle beni minnet altında bırakmayın. Eğer doğru kimseler iseniz, bilakis sizi imana erdirdiği için Allah sizi minnet altında bırakır.”[5]

Ayeti kerimede zikredilen tavır ve davranışlar, İslami mücadele içerisinde olan Müslümanların hiç de yabancı olmadıkları tavır ve davranışlardır. Aslında Allah’a kulluğun ifa ve icra edildiği bir toplumda ve ortamda bulunmak ve bu ortam içinde Rabbine karşı kulluk görevini ifa etme çabası ve fedakârlığı göstermesi, Rabbinin kendisine büyük bir lütuf ve ihsanı iken, ne yazık ki kimi insanlar bu lütfu ilahiyi takdir edemiyor. Kulluğunun gereği ve üzerinde vecibe olan bazı sorumlulukları ifa ederken, yaptığı birtakım fedakârlık ve gayretleri angarya sayar, başa gelmiş ve hiç de hoşlanmadığı bir kaza ve bela olarak algılar. Minnet etmeye ve dedikodu yapmaya başlar. Sanki birileri için yapıyormuş ve yaptığını bir lütuf ve iyilik olarak görür. Bu tür tavır ve yaklaşımlar doğru değildir. Kişi yaptığını Allah (cc) için yaptığı sürece mükâfat bekleyebilir. Allah ve onun rızası için olmayan hiçbir davranış ve amel, Allah (cc) katında bir makbuliyet arz etmez.

Rabbimiz şöyle buyurur: “Kim cihad ederse, ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah, âlemlerden müstağnidir.”[6]

Allah’u Teala’nın kimsenin cihadına ve ibadetine ihtiyacı yoktur. Allah (cc), muhtaç olmaktan yüce ve beridir. Kim ne yaparsa -hayır ve şer- kendi nefsi için yapmış olur. Musa (as), kavminin İslam’ın kıymetini takdir etmediklerini ve minnet ettiklerini görünce: “Musa dedi ki: ‘(Ey kavmim!) eğer siz ve bütün yeryüzünde bulunanlar kâfir olsalar (ne olur!) şüphesiz Allah Ganidir. (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur), Hamid’tir.”[7]

Bir defa bizim bu gerçeği iyi kavramamız gerekir ki, gerçekten Allah(cc)’ın bizim müslümanlığımıza ve ibadetlerimize ihtiyacı yoktur; tam aksine her konuda biz ona muhtacız. Bize İslam’ı ve Kur’an’ı lütfettiği için O’na minnettar olmamız gerekir. İslam’a, Kur’an ve sünnete, sarılmamız ve kadrini hakkıyla takdir etmemiz ve onların uğruna hiçbir fedakârlıktan kaçınmamamız gerekir. Bu yüce değer ve kutsalların kıymetini bilmeyen, onlardan yüz çeviren, onlara hakkıyla yönelmeyen ve mucibince amel etmeyen, insanların ve toplulukların dünyada nasıl esfel-i safiline yuvarlandıkları apaçık ortadadır. Yahudi, Hıristiyan ve diğer din mensuplarının hali gözlerimizin önündedir. Bunların sahip oldukları kitap ve dinler de tıpkı bizim kitabımız ve dinimiz gibi ilahi menşeli idiler. Fakat onlara gerekli ihtimamı göstermedikleri, yüz çevirdikleri ve süfli arzularına ram ettikleri için ne hale geldikleri ve şeytanın onları dalalete nasıl sürüklediği ve ne hale düşürdüğü malumumuzdur.

Şuan yeryüzünde bir buçuk milyarı aşkın Müslüman yaşıyor. İslam ümmeti ve İslam ümmetinin bir parçası olan biz Müslümanlar da Kur’an’a, Resülullah(sav)’ın sünnetine ve selef-i salihinin yoluna gerekli ihtimamı göstermediğimiz, kadr-ü kıymetini hakkıyla takdir etmediğimiz ve sırt çevirdiğimiz için ümmet olarak ne hale düştüğümüz ortadadır. İzzet ve hâkimiyet bizim hakkımız ve değişmez vasfımız iken, necis kâfir ve müşriklerin o rics olan ayaklarının altında nasıl debelendiğimizi görüyoruz. Müslümanların namusları ve bütün değerleri pâymal edilmiş, hakir ve perişan bir duruma getirilmişlerdir.

Bütün bu serencamlardan kurtulmak için yanlış yaptığımız tarafa yönelip tamir etmeli, ıslah edip düzeltmeli, kusurlarımızı ivedilikle gidermeli, eksiklerimizi telafi etmeli, bir bütün olarak Hablullah olan Kur’an ve İslam’a sımsıkı sarılmalıyız, ibadetlerimize daha bir ihtimam gösterip artırmalı, dualarımızı ve secdelerimizi çoğaltmalı, bir bütün olarak kardeş olmanın yollarını aramalıyız. Hele hele zilletin bize yakışır bir vasıf olmadığını, bizim izzet sahibi olduğumuzu hayatımızın bütün karelerinde göstermemiz ve şunu haykırmamız gerekir.

“Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.”[8]

İnzar Dergisi

[1] Zuhruf Suresi: 43 / 37 – 38

[2] A’raf Suresi: 7 / 179

[3] Sahih-i Buhari; İman bölümü

[4] Hac Suresi: 22 / 4

[5] Hucurat suresi: 47 / 17

[6] Ankebut: 29 / 6

[7] İbrahim suresi: 14 / 8

[8] En’am suresi: 6 / 162

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

İslam Ve Kuran Haberleri

2025 hac kayıtları 15 Kasım'a kadar yapılabilecek
"Gıdada haram ve helale dikkat edilmemesi toplumsal çöküntüye neden olur"
Kazasının olup olmadığıyla ilgili şüphesi bulunan kimsenin durumu
Kurban edilen hayvan kanının alna sürülmesi doğru mudur?
Namazda gözleri kapatmak mekruh mudur?