Evet, sizler Türk’ün alnına sürülen bu kara lekeyi silebilir, Türk’e ve Türkiye’ye yapılagelen bu kötülüğe, bu utanca ve bu insanlık suçuna son verebilirsiniz.
Biliyoruz, İstiklal Marşı’nı Kürtçeye çevirttiğimiz için bizi üniversiteden atanlar, yüzümüze kapılarını kapatan diğer üniversiteler ve bu insanlık suçuna karşı koymak yerine suç ortağı olanlar hakkımızda tuttukları sicile bu yazıyı da işleyeceklerdir. Ama olsun. Biz Hakk’ın daha yüce olduğu inancından hareketle kendilerini “Müslüman” ve dahi kendilerini “insan” olarak gören herkesi de bu sıfatlarının gereği olarak bu insanlık suçuna alet olmamaya ve onu ortadan kaldırmaya çağırıyoruz.
Çünkü biz Müslümanların Kitabından tutun da Birleşmiş Milletlerin ve diğer uluslararası insan hakları örgütlerinin yaptıkları bütün sözleşmelere kadar bu fiillerin ve faillerinin adı ve tanımı aynıdır. O da şöyledir: Bir insanı veya bir topluluğu doğuştan sahip olduğu milliyet, renk ve lisan gibi fıtri özelliklerinden dolayı inkâr etmek… Asimilasyon ve imhaya tabi tutmak… Ötekileştirmek… Bazı haklarını gasp etmek… Dilini yasaklamak veya kısıtlamak gibi sözler ve eylemler birer insanlık suçudur!
Ülkemiz Türkiye de dünyada bu insanlık suçunu neredeyse 100 yıldır işleyen ender ülkelerden biridir. Utanç verici ve üzücü, ama gerçek… Hele hele milliyetleri, renkleri, dilleri, dinleri ve kültürleri birbirinden farklı onlarca milleti yüzlerce yıl boyunca bir arada ve barış, güven ve refah içinde yaşatan Türkler için daha büyük bir utanç! Burada mahkûm ettiğimiz millet olarak Türkler değil, bu suçu işleyenlerdir! Bu aynı zamanda karşılaştıkları ilk günden bugüne kadar geçen bin yıl boyunca kıvançta ve tasada kader birliği ve inanç birliği yapmış olan Türklere ve Kürtlere de reva görülen ortak tarihlerinin en büyük hakareti ve zulmüdür! Bunun içindir ki, hep birlikte bunun hesabını sormalı ve neden hala bu utançla yaşıyoruz diye haykırmalıyız! Hangi değerlerimizi yitirmişiz ki, bu insanlık suçunu işlemekten geri durmuyoruz diye düşünmeliyiz! Bununla da kalmamalı, Türkiye’nin birliği, bütünlüğü, dirliği ve kaderi söz konusu olduğunda Türkler gibi her şeylerini feda eden Kürtlerin insanlık dışı muamelelere tabi tutuluyor olmalarını mahkûm etmeliyiz!
Aksi halde bu insanlık suçunun ortağı olduğumuzu bilmeliyiz.
Devletin kurumları bu insanlık suçunu işlemekten geri durmuyor. Daha önce Sağlık Bakanlığı altı farklı dilde afiş hazırladı ve çağrı merkezinde altı farklı dilde hizmet vermeye başladı. Ancak bunların içinde Kürtçe YOK!
MEB İngilizce, Almanca, Arapça, Farsa, Rusça, Fransızca ve diğer dillerden on binlerce öğretmenin atamasını yaparken, bugüne kadar Kürtçe için atadıkları öğretmenlerin sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor!
Şimdi de İçişleri Bakanlığı altı farklı dilden hizmet verecek olan Kadın Acil Destek (KADES) uygulamasını hayata geçirdi. Ama burada da Kürtçe YOK!
Bu demektir ki, Kürt isen devletin acil sağlık hizmetinden yararlanamazsın! Türk, İngiliz, Alman, Arap veya Rus çocuğu değil de Kürt çocuğu isen, dilin ile eğitim yapamazsın, dilini öğrenemezsin! Ve bir Kürt kadını isen, bir saldırıya maruz kaldığında KADES üzerinden imdat çığlığı bile atamazsın!
Sadece siyasilerin değil, kendilerini insan olarak ve özellikle kendilerini Müslüman olarak tanımlayanların bu zulme karşı haykırması gerekmez mi?
Ama ne yazık ki, siyasilerden sadece bir kişi bu insanlık suçuna ortak olmadığını beyan edebildi. O şahsiyet de AK Parti’nin Ardahan Milletvekili Sayın Orhan Atalay’dır!
İnancımızdan ve insanlığımızdan ne kadar da uzaklaştığımızı görebiliyor muyuz? Hâlbuki adı ister Cumhur İttifakı veya Millet İttifakı olsun isterse başka bir kurum ve bir şahıs olsun, bu insanlık suçunu ortadan kaldırmak yönünde çabası olmayan herkesin suç ortağı olduğunu bilmeyenimiz var mı?
Bin yıllık bir ortak tarihi olan ve %99’u Müslüman olan bu millet kendileri gibi dillerinin de kardeş olduğuna inanıyor ve artık bu insanlık suçu ile yaşamak istemiyor. Meşru hükümete düşen görev de yetkilerini ve gücünü artık milletin iradesi yönünde kullanması değil mi? Bu da icranın başı olan Başkan Sayın Recep Erdoğan’ın uhdesindedir. Erdoğan, Cumhur İttifakı’nın diğer ortağı olan MHP’nin Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli ile birlikte bu insanlık suçuna son verebilirler.
Kılıçdaroğlu’nu da Erdoğan ve Bahçeli ile birlikte anamayışımızın nedeni, bu inkâr, asimilasyon ve imha politikalarının mimarı ve en vahşi uygulayıcısı olan CHP’nin Genel Başkanı olmasına rağmen bugüne kadar bir özeleştiri yapmamış olmasıdır.
Erdoğan ve Bahçeli’nin her fırsatta Müslümanlıklarına da vurgu yapmaları bu anlamda da yükümlülüklerini arttırmaktadır. Çünkü toplumun da %99’u Müslümandır!
Fakat görünen manzara Müslümanların pasif veya aktif olarak/farkında olarak veya olmayarak Allah’ın ayetlerine karşı savaştıklarıdır.
Hepimiz adına bu utanç verici şartlar altında Erdoğan ve Bahçeli’den bu konuda hala ümit kesmemiş olmamızın nedeni şudur:
Zahiren gördüğümüz o ki, her Müslüman gibi Erdoğan ve Bahçeli de Kürtçenin diğer bütün diller gibi Allah’ın ayetlerinden biri olduğunu pekâlâ biliyorlar ve buna iman ediyorlar. İnancımız o ki, onlar da bir dili yasaklamanın ve-veya kısıtlamanın tıpkı Allah’ın bir ayetini yasaklamak veya kısıtlamak anlamına geldiğini pekâlâ biliyorlar ve öyle inanıyorlar. Ve kanaatimiz o ki, onlar da bir devleti abat etmenin ve ilelebet yaşatmanın yolunun Allah’ın ayetlerine karşı savaşmaktan değil, aksine onları yaşatmaktan geçtiğine pekâlâ inanıyorlar. Geriye kalıyor bu inançlarını hayata geçirmek. Ki bu da sadece onların değil, bütün inananların görevidir. Bu durumda yapmamız gereken şey, birbirimize hakkı, sabrı ve iyiyi emretmek ve kötülüklerden alıkoymaya çalışmaktır.
Şehitlerimizin kanı ile yoğrulmuş bu cennet vatanda insanca, kardeşçe, hakça yaşamak ve onların bize emaneti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kuruluşunun 100. Yılında mülkün temeli olan adalet ile taçlandırmak arzumuz ise olmazsa olmaz şartlarından biri de bu insanlık suçunu hayatımızdan çıkarmaktır.
Duamız ve çağrımız, Erdoğan ve Bahçeli’nin Allah’ın kendilerine bahşettiği bu nimeti hakkıyla ve layıkıyla değerlendirmeleri ve böylece isimlerini hayırla anılacak bir şekilde tarihe geçirmeleridir. Böylece Malazgirt Savaşı’ndan günümüze kadarki şehitlerimizin ruhlarını da şad etmiş oluruz. Öyleyse hepimiz için gün kardeşlik günüdür. Gün kardeşinin hakkını gasıplardan almak günüdür. Veyl olsun kardeşliklerinin gereğini yapmayanlara!