Türkiye, Irak ve Suriye’ye asker göndermeyi, kendi topraklarında yabancı asker bulundurmayı içeren tezkereyi Meclis’e gönderdi.
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ve diğer yetkililer, 46 rehinenin IŞİD’in elinde olmasından dolayı Amerika önderliğindeki koalisyona katılmayacağını ve kendi topraklarını askeri unsurlara kullandırtmayacağını kesin bir dille ifade etmişti. Rehineleri tehlikeye atmamak için bile olsa Türkiye’nin bu şeytani koalisyonda yer almaması hem kendisi hem de ümmet için hayırlı bir tutumdu. Rehinelerin bırakılmasından sonra da bu yönde açıklamalar devam etmiş, her ne hikmetse Erdoğan’ın Amerika’ya gitmesiyle bu söylem tamamen değişerek savaş tamtamları çalınmaya ve tezkerenin altyapısı hazırlanmaya başlandı.
Türkiye’nin bu şeytani koalisyonda yer alması ve Amerika’nın isteklerini kabul etmesi için uzun süreden beri çok farklı noktalardan baskı vardı. Türkiye içinde malum basın ve yazarlar, dışardaki belli başlı yayın organlarında Türkiye’nin terörü desteklediği, IŞİD ve diğer gruplara silah yardımı yaptığı yazılıyor, çiziliyordu. Paralel yapı tarafından desteklenen bu tezleri ispatlamak için de Hatay’da MİT’e ait tırlar büyük bir şovla durdurularak aranmak istenmişti. Bütün bu baskı ve tazyiklere rağmen hükümet boyun eğmeyerek direnmeye devam etti. Ta ki Erdoğan’ın Amerika’ya gitmesi ve Obama ile görüşmesine kadar. Bu görüşmelerde neler konuşuldu, ne tehditler edildi, hangi vaatler verildi bilemiyoruz. Üslup ve dilini değiştiren Erdoğan, ‘IŞİD’e karşı hava operasyonları yeterli olmaz, kara operasyonu da olmalı’ söylemini kullanmaya başladı.
Bütün bunlar ne anlama geliyor? Erdoğan, gelen baskıları hafifletmek için mi siyaseten böyle konuşuyor yoksa söylenenleri pratiğe geçirecek mi? Irak veya Suriye’ye gönderilecek askerler, insani çalışmaları koordine etmek ve korumak amacıyla mı yoksa Amerikan önderliğindeki koalisyonun lejyoneri olarak mı gidecek? Allah muhafaza böyle bir durum tüm ümmet coğrafyasını içerisine alacak yeni savaş ve kaosların başlangıcı demektir.
Türkiye’nin sıcak bir çatışmaya girmesi, topraklarının bir Suriye’ bir Irak olması demektir ki bunun sonucu kendisi ve ümmet için bir felaket olur. Kabul edelim etmeyelim, Türkiye toprakları şu an ümmet için güvenli bir liman niteliğindedir. Kürdü, Türkmeni, Arabıyla bir buçuk milyon Suriyeli; Mısırlı, Filistinli, Iraklı ve ümmetin diğer sancılı bölgelerinden kaçıp gelen binlerce muhacir var. Sıcak bir savaşın olması tüm Güneydoğu bölgesini savaş alanına çevirir ki buradaki insanlarımızın batıya akması ve tüm dengelerin sarsılması demektir. Ne Türkiye ne de ümmet coğrafyası böylesine bir durumu kaldırır.
Şu an Suriye, Irak ve ümmet coğrafyasında yaşanan tüm sorun ve problemlerin ana kaynağı Batı ve batı politikalarının bir sonucudur. Sykes-Picot (biri İngiliz diğeri Fransız) denilen iki kişi tarafından ümmet coğrafyası canlı bir organizma gibi ameliyat masasına yatırıldı ve cetvelle onlarca parçaya bölündü. Bu parçalanmanın ardından birbirine düşmanlaştırılmış onlarca devlet ortaya çıkarıldı. Bu ülkelerin arasına maddi ve manevi tel örgüler, mayın tarlaları, sorunlu toprak ve ihtilaflar serpiştirildi. Ulusal kimlik ve tel örgülerle ayrılan sınırlar kutsallaştırıldı. Vatan ve ümmetin kurtuluşu için Kafkasay’da, Hicaz’da, Filistin’de, Şam’da, Yemen’de savaşanların torunlarına; Fransız ve İngiliz’in belirlemiş olduğu suni sınır kutsallaştırıldı, sınırın diğer tarafındaki kardeş ve akrabasını ‘vatanını korumak’ adına öldürmekten çekinmez hale getirildi. Her ülkenin başına kral, başkan, cumhurbaşkanı sıfatlarında görünürde kendilerinden ama gerçekte kendilerine ve dinlerine düşman zalim ve diktatörler musallat edildi.
Ümmetin ana unsurlarından olan Kürtler, dört parçaya bölündü. Bölünmeyle kalınmayarak din ve dillerini terk edilmeleri istendi. Şeytani plan ve oyunlar için sırtları sıvazlanarak savaş alanlarına sürüldü, katliamlara uğramalarına, zalim despotlar tarafından asimile edilmelerine göz yumuldu. Özerk, kanton bölgeler adıyla gururları okşandı ama hiçbir zaman gerçek bağımsızlıklarına izin verilmedi. PKK, PYD, KYB ve farklı sol ve milliyetçi örgütler üzerinden İslam’dan uzaklaştırıldı.
Dolayısıyla Amerika’nın şeytani koalisyon projesi ne Türkiye halkı için ne de ümmet için bir fayda getirmeyecektir. Amerika’nın trenine binmek, politikaları peşinde gitmek beyhude bir çabadır, ateşi elle tutmak, hastanın ameliyat masasında bir daha kalkmamasıdır. Irak, Afganistan, Suriye, Filistin, Mısır ve diğer bölgeler göz önündedir. Suriye halkı Esed’e, Irak halkı Saddam’ karşı kendi iradeleriyle başkaldırsaydı bu kadar acı yaşamaz, bu kadar bedel ödemezlerdi.
Bütün bu sorunlara karşı tek yol, ümmetin birlik ve beraberliğidir. Ümmet içerisinde pratikte böyle bir mekanizma ve iradenin olmaması Amerika ve Batı politikalarını alternatif hale getirmez ve meşruiyet kazandırmaz.