Yüksekova’da yaşanan ve ölümlerle sonuçlanan gerilim stratejisi için farklı senaryolar geliştirildi. Kimileri “Provokasyona” işaret ederek meselenin renginin farklı olduğuna vurgu yaptı, kimisi de her şeyin KCK/BDP’nin “seçim stratejisinin” ürünü olduğunu öne çıkararak farklı bir noktaya işaret etti.
Türkiye’de iki kritik süreç işliyor. Biri “Çözüm” süreci, diğeri ise “Seçim” süreci. Gelişen tüm hadiselerin irdelenmesinde herkes artık anahtar sözcük haline gelen bu iki kelimeye müracaat etmek durumunda kalıyor.
Yaşanan gelişmeler “Çözümü” ilgilendiriyorsa “Provokasyon”; “Seçimleri” ilgilendiriyorsa “Örgüt stratejisi” parantezine alınarak çözümlenmeye çalışılıyor. Yine bu kurala bağlı olarak “Provokasyon” hükmüne varılıyorsa yerine göre “Devlet/Emniyet/Cemaat”; “Örgüt stratejisi” sonucu çıkarılıyorsa “KCK/BDP” suçlamaların merkezine oturtuluyor.
Bu bağlamda Yüksekova’da yaşananların seyri ve buna bağlı olarak işaret edilen suç merkezleri üzerinde bir konsensüsün sağlanmaması, medya ve siyaset cenahında bir anlayış birliğinin oluşmaması ile ortaya çıkmış bulunuyor. Hatta taraflar kendi içerisinde bile bir konsensüs sağlayamadığına göre yaşananlara sadece “Devlet/Emniyet/Cemaat” provokasyonu ya da “Örgüt stratejisi” deyip karşı tarafı temize çıkarmak başlı başına bir probleme dönüşüyor.
Medyaya yansı(tıl)dığı kadarıyla vuku bulan bir şayiadan dolayı göstericiler silahlarla polis araçlarına ateş açıyor, polisler de karşılık vermek suretiyle bir nevi “Öz savunma” pozisyonunu icra etmek zorunda kalıyor. Ardından başka merkezlere sıçrayan sokak gösterileri ve Lice’de geleneksel bir hal almaya başlayan askerlerin kaçırılması olayı…
Durum bu kadar “net” ise o halde bizzat Başbakan’ın çıkıp alışageldiğimiz “Benin polisim… Benim askerim…” demek yerine olayı “Provokasyon” olarak nitelemesi ne anlama geliyor? Buna bağlı olarak hükümete yakın medyatik çevrelerin aynı şekilde “Provokasyon” ve başka ihtimallere dikkat çekmesi hangi anlamı taşıyor?
Diğer tarafın yaklaşım biçimi ise daha ilginç. BDP, olaya “katliam” diyerek ilk tepkisini ortaya koyuyor. KCK, “serhıldan” çağrısı yapıyor, ama İmralı’dan gelen mesaj ikisinin de zıddına “Büyük bir provokasyona” işaret ediyor.
Emniyet kaynaklarının “Öz savunma” babından medyayla paylaştığı olay anlarına dönük sıcak görüntüler, filmin “Beyaz perdeye” yansıyan son safhasını oluşturuyor. “Beyaz perdeye” yansımasından önceki safhalara yönelik herhangi bir malumat bulunmuyor. Mesela jenerik veya senaryo kimler tarafından çiziliyor, rol dağılımları nasıl yapılıyor, filmin montajlanması ne şekilde oluyor? Perde arkası gelişmelerle ilgili kamuoyu herhangi bir malumata sahip bulunmuyor. İhtimal o ki “Provokasyon” diyenler perde gerisine dair malumatlara sahip ve çıkışlarını buna göre şekillendiriyor.
Türkiye gündemi oldukça hassas. Klasik tartışmalar ve çekişmeler artık sonuç alıcı bir hesaplaşmaya endekslenmiş durumdadır. Hükümete muhalif çevreler, kendi aralarında yaşadığı doku uyuşmazlığına rağmen parçalı bir görüntü sergilemek istemiyor. Yaklaşan seçimler, hesaplaşmada en kritik virajı oluşturuyor. Hükümetin elini zayıflatmak anlamında “Çözüm sürecine” dair taşıdıkları olumsuz düşünceler, sürecin de hesaplaşma babından ana hedefler arasında bulunduğunu gösteriyor. Buna bir de yabancıların ajandasının bazı kesimler için yol kılavuzu haline geldiğini eklerseniz, tablonun hiç de basit bir görüntüye tekabül etmediğini rahatlıkla görmeniz mümkün hale geliyor.
Sadece bu mu?
Devletin görünürdeki siyasetini temsil eden hükümetin politikaları ile devletin başta güvenlik olmak üzere kimi bürokratik katmanları arasındaki çelişkilerin zaman zaman bölgede provokasyonlara zemin hazırladığı artık sır değildir. Zaman zaman “paralel devlet” ya da “Cemaat komplosu” olarak da dillendirilen bu çelişkiler, gündemdeki tartışmalarla bağlantılı olarak daha fazla ön plana çıkıyor.
Bunun yanında “KCK/BDP” cenahında durum hiç de net gözükmüyor. Devlete rağmen “Paralel devlet” komplosunun bir benzeri artık tüm ihtişamıyla KCK/BDP içerisinde de kendini hissettiriyor. “Paralel devletin” hem seçim hem de süreç üzerinden hükümetle hesaplaşma girişiminin bir benzeri KCK/BDP içerisinde de etkisini hissettiriyor. Yaşanan gerginliği süreci saboteye götüren ya da klasik seçim hesapları üzerinden fırsata çevirmeye adanan belli bir damar, KCK/BDP içerisinde etkisini iyice hissettiriyor. Ancak etkisi değişik vesilelerle ortaya çıkan “Seçim-Süreç fırsatçılığını” kollayan her iki kesimdeki aktif hücrelerin perde gerisindeki karanlık ilişkileri halen deşifre olmayı bekliyor.
Artık hissettirdiği etkisiyle yaygın bir kanaate dönüşen iki taraftaki “Seçim-Süreç fırsatçılarına” rağmen hükümetin daha fazla inisiyatif alarak müdahale etmek yerine olup biteni sadece seyretmekle yetinmesi belki de anlaşılamayan yegane noktayı oluşturuyor. “Seçim-Süreç fırsatçısı” karanlık ekip, aslında değişik vesilelerle varlığını ortaya koyarak olası her türlü provokasyon ihtimalini son kertesine kadar kullanıyor. İslami STK’lara ve HÜDA PAR’a dönük saldırı, komplo, dinleme skandalları, muhbir/provokatör devşirme gayretleri ile amaçladıkları toplumsal kaos ne ise Yüksekova’da yapmak istedikleri de odur.
Dün Batman’da sergiledikleri kirli tezgahla kaos oluşturma gayretleri altında yatan neden ne idiyse bugün Yüksekova’da amaçladıkları da bundan farklı değildir. Zaman, zemin ve üzerinde çalıştıkları kesimler farklı olsa da organizatör ekip aynı karanlık ekiptir ve hedefleri de seçim-süreç üzerinden toplumsal kaos devşirmekten başka bir şey değildir.
Hatta bugünlerde artan etkilerine paralel olarak sıkça dillendirilen “Fırat’ın Doğusundaki Ergenekon” yapılanmasının temel çekirdeği de farklı zeminlerde farklı şekillerde ortaya çıkan bu ekiptir. Bazen KCK/BDP içerisindeki “Sızma kuvvetlerini” sahaya sürseler de bu ekibin ana gövdesi bölgedeki Emniyet teşkilatlarında barınmakta, devletin güvenlik kurumu olan Emniyet imkânlarını tamamen bu kirli icraatlara kanalize etmiş bulunmaktadırlar.
“Fırat’ın Doğusundaki Ergenekon” artık gösterim turnesine çıkan sinema filmine dönüşmüş durumdadır. Dün Batman’da gösterime giren film, bugün Yüksekova’da sahneleniyor. Yarın nerede gösterime gireceği ise organizatörlerin vereceği karara bağlı.
Anlaşılamayan tek nokta ise olanlardan muzdarip görüntüsü çizen hükümetin olup bitenlere karşı sadece seyirci kalması ve gelişen her hadiseye “yorumcu” mantığıyla yaklaşmakla yetinmesidir.
Belki de asıl ürkütücü olan hükümetin bu tavrıdır.