TSK'da kilit sayılabilecek noktalara yerleşen siyasal gruplar, nedense vesayet hastalığına yakalanmaktan kurtulamıyorlar.
Önce kendilerini “Karargâh” olarak görüyorlar, sonra da ayar çekmeye muktedir konumda görmeye başlıyorlar.
Türkiye'nin “darbeler/muhtıralar tarihi” biraz da bu döngü üzerine kuruludur aslında. Bu döngü hortlamasının, bilindik süreçlerde ve yine bilindik hususlar üzerinden gerçekleşmesi de yine değişmeyen klasikler arasındaki yerini koruyor.
Halk ve siyaset kurumu henüz 15 Temmuz FETÖ girişiminin artçı şoklarını üzerlerinden atamamışken, Hürriyet'in “Karargâh rahatsız” operasyonu, yeni bir dönemin kapısını aralayabilecek işaretlerle dolu görünüyor.
Aslına bakılırsa “Karargâh rahatsız” retoriği, daima hazırda bekletiliyor. “Rahatsızlığın” zamanlama itibariyle Türkiye'nin dış politikalarında yaşanan ani kırılmalarla nüksetmesi ise bir kural haline gelmiş bulunuyor. “Dış dinamiklerden” alınan destek, iç dinamiklerin sağladığı “Kabul edilemez” suç kataloglarına sarılarak “ayar” hükmüne geçirilmesiyle vesayet formülü gerçekleştirilmeye çalışılıyor.
Darbe/muhtıra döngüsünde “Dış dinamik” etkisinin belirleyici, rahatsızlık malzemesi olarak sıralanan “suç katalogunun” ise makyajdan ibaret olduğu gerçeğini asla unutmamak gerekiyor. Bunun için de yakın zamanda hepimizin müşahede ettiği gibi önce Ergenekon, ışığında bu durumu gözlemlemek mümkündür.
Ergenekon – FETO - Ergenekon Döngüsü
Ergenekon operasyonlarını kısaca hatırlayalım.
28 Şubat ve takip eden sonraki yıllarda TSK'da başlayan “İrtica heyyulası”, deyim yerindeyse ordunun tapusunun Ergenekon denen yapının üzerine geçirilmesiyle sonuçlanmıştı. Ergenekon yapılanmasının siyaset düzlemindeki karşılığının Perinçek ekolu, namı diğer “Avrasyacı ekol” olduğunu bilirsiniz. “Arap Baharı” öncesi Türkiye'ye biçilen “Model ülke” rolü, Türkiye ile AB/D arasında görülmemiş bir “kardeşlik” ilişkisinin yeşermesine yol açmıştı. Bu durum ister istemez “Avrasyacıları” rahatsız etmiş, Ergenekon denen olgunun orduda bir takım “Aşikâr” manevralara yeltenmesine neden olmuştu. Çünkü kendilerine göre “Ordu” kendileriydi ve siyaset kurumu üzerindeki vesayet hakkını kullanma gibi kadim bir alışkanlık söz konusuydu. Hatta “alternatifsiz” olduklarını da düşünüyorlardı ki, kapıldıkları alternatifsizlik hayali onlara çok pahalıya mal olmuştu.
Bu süreçte alternatif olarak devreye sokulan FETÖ yapılanması Batı ile tam uyumlu olmanın verdiği avantajla “Rahatsızlık” gösterenlerin tümünün tasfiye edilmesi sürecini başlatıyordu. Ergenekon, Balyoz vs vs ile karşımıza çıkan operasyonlar silsilesi, aslında temelde AB/D-NATO kanadının Avrasyacıları tavsiye sürecinden başka bir şey değildi.
Sonra devran değişti ve Suriye ağırlıklı Türk dış politikası, Amerika'nın uyguladığı bölgesel politikalarla karşı karşıya geldi. Küskünlükler, restleşmeler, bozuk çalmalar iki “kadim müttefiki” karşı karşıya getirdi. Bu kez “Karargâh'ta” NATO'cular etkindi ve “rahatsızlık” belirtileri bir kez daha nüksetmeye başlamıştı. FETÖ gerçeği, 17/25 Aralık ve en son girişilen 15 Temmuz darbe girişimi, tamamen gerginleşen Türk-Amerikan politikalarının içeriye yansıyan izdüşümüydü.
15 Temmuz sonrası Türkiye “Alternatif” bir dış politika sürecine girmeye başladı. Rusya ile girişilen yeni taktiksel ittifak arayışları, bir kez daha “Avrasyacılık” akımının öne çıkmasına elverişli bir ortam hazırladı. Perinçek “İyi niyet” elçisi gibi Avrasya başkentlerine dadanırken, müntesiplerinin kabarık darbe hazırlığı dosyaları bir bir kapanmış, müebbet hapis yatacakları düşünülen karargâhın eski müntesipleri trilyonluk tazminatlarla birlikte bir kez daha “muzaffer komutan” edasıyla üst makamlara yerleşivermişlerdi.
Ancak “Taktiksel Avrasyacılık” macerası uzun sürmedi. Açıkçasını belirtmek gerekirse Türkiye'nin genetik yapısı da buna elverişli değildi. Trump'un işbaşına gelmesiyle beraber, ki izleyeceği bölgesel politikanın ana hatları bile belirlenmemişken Türkiye, yeniden ilişki kurmak için Trump yönetimine açık çek vermeye başladı. Gelecekte nasıl bir ilişki biçimi ortaya çıkacağı henüz net değilse bile Türk-Amerikan ilişkisinin yeniden “Müttefiklik” sürecine doğru evrilmeye başlaması, kısa süreli Avrasyacılık beklentilerine elveda anlamı taşımaktaydı.
Kendilerini Avrasyacılık beklentisi üzerine ayarlamış kesimler için Amerika ile girişilen yeni ilişkiler elbette hayra yorumlanacak değildi. Çünkü daha önce yaşadıkları bir tecrübe vardı. İşte bu yönüyle “Karargâh rahatsız” olmalıydı, çünkü rahatsızlanmanın tam zamanıydı. Nitekim rahatsızlandılar da!
* * *
Dikkatinizi çekmiştir… Trump'tan önce;
15 Temmuz sonrası Perinçekgillerin devleti, Rusya ile ilişkisini, Rus eksenli Suriye politikasını, Fırat Kalkanı'nı ne denli kutsadığını…
Darbenin püskürtülmesinde yine Perinçekgillerin kendilerine nasıl “Aslan payını” çıkardıklarını, cemaat ve tarikatların ne denli “tehlike” arzettikleri söylemini…
Hatta Perinçekgillerin ne denli “Reisçilik” yapmaya başladıklarını…
Bu süreçte “Kahraman ordumuz” retoriğine vurgu yapan mezkûr grup ve iltisaklı çevrelerin, Trump'la başlayan yeni süreçten sonra nasıl dümen kırdıklarını…
* * *
Dikkatinizi çekmiştir… Trump'tan sonra;
Perinçekgillerin ne denli bir tehdit jargonuna sarıldıklarını…
“Suriye'de ne işimiz var”, “Suriye'de ne diye şehid veriyoruz”, “Mehmetçik yorgun” söylemlerini peş peşe sıraladıklarını…
“Karargâh rahatsız” manşetindeki yedi başlığı yetmiş başlığa çıkarıp saydırdıklarını…
Bayram/seyran yokken aniden başlayan Bahçeli-Perinçek düellosunu…
Başkanlık ve orduda başörtüsü meselesinin “Savaş ilanına” dönüştürüldüğünü…
Türkiye'yi “Alevlere teslim etmekle” tehdit ettiklerini…
* * *
Sahi, “Karargâh rahatsız” başlıklarını okurken neler hissettiniz?
Mesela şunları hissettim;
Kimi başlık beni Perinçek'e götürdü…
Kimi başlık ODATV'yi hatırlattı…
Kimi başlık SÖZCÜ'nün sözcüsü gibime geldi…
Kimi başlık “Has Kemalistleri”…
Kimi başlık iltisaklı grupları…
Haberin bütünü ise tüm bu kesimleri canlandırdı!
* * *
Son söz;
Türkiye'nin dış politikasının eleştirilerden azade olmadığını, bunun da uygulanan politikanın anlık değişmelerle kendini gösterdiğini belirtelim. Her türlü eleştiri ve sorgulama-kınamanın meşru vasıtalarla yapılması gerekmektedir.
İç veya dış politikaları vesayetin tesisi veya darbelerin gerekçesi yapmak ise gayrı meşrudur ve itirazımız da bunadır.