Zaman! Elimizden sessizce, usulca kayıp giden zaman.
Dakikaları, saatleri, günleri haftaları ve ayları, yenik ekin yaprağı gibi biçen, eriyip bitiren zaman.
Peki ya zaman geçip giderken kimin sırtından geçiniyor? Giden kimin cebinden gidiyor? Kayıp, kimden oluyor? Eskiyen, pörsüyen, yaşlanan, tükenen ve en önemlisi aldanan kim oluyor? Tabi ki erteleyenler.
Allah’ın Rasulü (SAV) bir hadisinde; “Erteleyenler helak oldu” buyuruyor.
Sübhanallah ! Efendimiz gelecek zamana atıfta bulunup da “helak olacaklar” demiyor, “helak oldu” diyor. Geçmiş zamana ve şimdiki zamana atıfta bulunuyor. Kişi ertelediği anda kendisini helak çukuruna yuvarlamış oluyor.
Peki ya neyi erteleyenler? Tabi ki ibadetleri ve hayırlı çalışmaları erteleyenler.
Peki ya neden kişi ertelediği zaman helak oluyor?
Çünkü kişi nefsine, hazlarına ve şeytana şu anda, şimdi güç yettiremiyorsa ve hayırlı işleri yapmamak için nefsinin ürettiği bahanelere sığınıyorsa ertelediği saat veya gün gelince de nefsine güç yettiremeyecektir. Çünkü nefsine aldanmıştır, yenilmiştir. Ruhunu ve kalbini onun eline teslim etmiştir. İmanı, hazların elinde işkence altındadır. Yüreğinde bir zulüm işleniyor. Orada bir esaret mevcuttur.
Sürgünde, zindanda olan bir insan ne kadar sıkıntıdaysa ruhu ve kalbi hazlarının elinde işkence gören insan da ondan daha fazla sıkıntıdadır. Nefse itaat ede ede onu kendine efendi eylemiştir. Nefsinin ve şeytanın vesveselerini tespit etme yetisini kaybetmiştir. Üstelik nefis ve şeytan, insana devamlı hayırlı işleri yarı yolda bırakması, alelacele ve geciktirmeli yapması için vesvese verir.
İşte zamanımızın ve hayatımızın iktidarlığını eline almaya çalışan nefse bir “DUR” demesini bilmeliyiz. Bunun için zamanı iyi programlayıp hangi saat ne ile meşgul olacağımızı iyi belirlemeli, ibadetlerimizi ve hayırlı işlerimizi bir sıralamaya koymalıyız. Nefsimizin bahane üretmesine ve hayırlı işlerimizi sonraya veya yarına ertelemesine izin vermemeliyiz.
Yarın, bir hayaldir, olmayandır. Üstelik yarın, elimize geçse bile biz bu günün hakkını veremediysek, yarının kini verebilecek miyiz?
Muhammed Parisa ne güzel söylemiş “ Gafil halk hayırlı iş için ‘ bu gün dursun yarın başlarım’ der ve böylece kendini aldatıp durur. Bilmez ki bu gün, dünün yarınıdır. Bu gün ne yaptı ki yarın ne yapsın”
Evet, bugün de dünün yarınıydı. Biz bu gün nefsimize ne kadar söz geçirdik ki yarın da o kadar geçirelim.
Nefis bugün Allah’ın kelamını açmamıza izin verdimi ki?
Bıraktı mı o yeni gelince sadece başlıklarına baktığımız İslami Gazete ve Dergilerden günde en az bir konu okuyalım?
İzin verdimi ki o kitaplığımızda dizili, yüreğimizin ilacı olacak, bizi Rahman’a yaklaştıracak kitapları okuyalım? O Allah’tan uzak, imansızlığın sancılarıyla kalbi bunalımda körelmiş ve aile sorunlarıyla bocalayan insanlara uzanabildik mi kurtarmak için?
Hayatları okullarda sisteme göre biçimlendirilmiş, zihinleri koyun güder gibi güdülmüş, dizlerle programlanmış çocukların ve gençliğin kurtuluşu için kaç baş okşadık, kaç kapı dövdük, kaç omuz sıvazladık, mahallemizdeki gençlerin kaçıyla sıcak diyalog kurup uçurumun kenarından kurtarmak için elimizi uzattık?
İzin vermedi mi nefis? Bırakmadı mı hazlarımız? Hep ‘Sonra’ deyip erteletti mi bize? Yüreğimize imanımızın sözü geçmiyor, bizi hayırlı uğraşılara yönlendirmiyorsa bu durum, daha imanı yüreğimize sultan edemediğimizi gösterir.
Peki nefsi nasıl yürek tahtımızdan indirip de oraya gerçek sahibi olan imanı oturtacağız? Tabi ki zamanımızı hayırlı işlere seferber edersek bu mümkün olacak.
Öncelikle Şeyh Sadi’nin şu sözünü hatırımızda tutarsak bu bizim işimizi daha da kolaylaştıracaktır. “Nefes almak bir nimet, nefes vermek de başka bir nimettir. Her nimet şükrü gerektirir. İnsan hiç durmadan alıp verdiği nefeslerin şükrünü eda etmeye çalışsa bunu bile yerine getiremez. Üstelik işimiz yalnızca şükretmekten ibaret değil”
Eğer biz şevkle, şuurla, gayret ve sorumluluk bilinciyle programlı bir şekilde ibadetlerimize gereken titizliği gösterirsek; bize verilen imkanları, yetenekleri Hakk yola seferber edersek, şükürle beraber bize verilen her nimetin hakkını vermiş olacağız inşallah.
Öncelikle ibadetlerimizi ve hayırlı işlerimizi önem sırasına göre bir sıralamaya koyalım. En önemli iş, sonradan telafisi mümkün olmayan, sonradan yerine getirilse dahi açığı kapatılamayan iştir. Hiçbir işimizi hatta uykumuzu dahi günün akışına bırakmayalım. Ayet ezberi yapma, Kuran okuma, Duha ve Evvabin Namazı kılma, tefekkür etme, 500’lük tesbihat, kitap okuma, gazete-dergi okuma saatlerini belirleyip bir sıralamaya koyalım.
Efendimiz az olup devamlı olan ameli tercih etmemizi söylüyor. Eğer biz fazlaca bu ibadetlere zamanımızın olmadığını düşünüyorsak bu ibadetlere çok cüzi saatler verebiliriz. Örneğin: Günlük ayet ezberine 10 dk., Kuran okumaya yarım saat, kitap okumaya yarım saat, tefekküre 5 dk., tesbihatlara 10 dk., Evvabin- Duha namazlarına 10’ar dk, her gün gazete ve dergi okumaya yarım saat verebiliriz.
Eğer 24 saatin içinde 16 saat uyanıksak bu ibadetler ve farz namazlar toplam 2 buçuk saatimizi en fazla 3 saatimizi alacaktır. Dünyalık işlerimizi de bu ibadetlerin arasına bölüştürdüğümüzde 24 saatimizin tamamı ibadet hükmüne geçecektir. Yine haftanın en az bir gününü bir veya birkaç insanın hidayetine vesile olmak için mutlaka ayıralım.
Aldığımız her nefes, bizim ölüme doğru attığımız adımlarımızdır. Dönüp varacağımız yer Rahman’ın yanıdır. Bize verilen