Sıffin, Cemel ve Kerbela faciası sırasında ne Sünnilik ne de Şiilik vardı. O zaman “selef” vardı ama selefilik de yoktu. Bütün mesele Hüseyin'e (r.a)'a ya da Yezide taraf olmakla ilgilidir. Kerbela iki yeni mezhebin (gidilen yol) varlığını ortaya çıkarmış ve netleştirmiştir. Aslında bu yol ayrımı sünnetullah olarak peygamberden sonra yaşanan sürecin tekrarıdır. Bütün Peygamberlerin vefatlarından sonra ne pahasına olursa olsun onun izinde gitmekte ısrar edenler olduğu gibi ufak tefek nüans farkları ile ata ve dedelerinin izine dönenler olmuştur.
Hiç kafa karışıklığına gerek yok. Kimse kimsenin namazda elini bağlayıp salıvermesiyle ilgili değildir. Mesele hakka boyun eğmek ile kılıca boyun eğmek arasında tercih meselesidir. Hakkı üstün tutmakla kuvveti üstün tutmak arasında tercihte bulunma meselesidir.
Yezid ile birlikte dinin merkezi mescid/cami olmaktan çıkıp saraya dönüşmüştür. Dinin emrinde olan siyaset dine galebe çalmıştır. Yönetimde belirleyici olan “din” değil “siyasi otorite” olmuştur. Yönetimin esas ve ilkelerini belirleyen din, kademe kademe yönetimden uzaklaştırılmış aksine siyaset imkân ölçüsünde dini belirleyici açıklayıcı tanzim edici olmuştur.
Tek parça olan din ve devlet birbirinden ayrılmış din açıkça devletin beka ve selametine kurban edilmiştir. Din, otoritenin emrinde zalimlerin zorbalıklarına meşruiyet sağlayan araca dönüşmüştür. Özellikle hukuk ve yargı müesseseleri “zorbalığın onay” makamlarına dönüştürülmüştür.
Bunun tabii bir neticesi olarak zamanımızda bir müftü “İyi ki Ali kaybetti, Ali Şam'ı bilmezdi” diyebiliyor. Şam'ı bilmek demek Bizans entrikalarını bilmek reel politik hareket etmek, hakkı hukuku istikrar ve ülke menfaatlerine feda etmektir. Zira Şam fethedilmezden önce Bizans'ın önemli bir merkezi idi.
Otorite ve güç “hakk”ın ölçüsü ve esası kabul edildiği içindir ki, Yezide isyan devlete isyan, devlete isyan hakka isyan olarak telakki edilerek bu insanlık katili Yezidin o meşum icraatına dini kılıf bulunabilmiştir.
Bu nedenledir ki koca koca İslam tarihi Prof.ları ilahiyatçılar çağın yezidi Sisi'yi haklı ve darbesini meşru/yerinde gösterebilmiştir. (Bkz. Ağırakça'dan şaşırtan darbe yorumu) Hz. Ali efendimizin şehit edilmesinden sonra halkın Hz. Hasan'a teveccühünü fasit bir kıyasla veliahtlık gibi algılatma çabasına girilebilmiştir. Saltanatın coğrafyaya yabancı olmadığı, itirazın saltanata değil sultan seçilen şahsa olduğu yorumlarında bulunulmuştur. Kuşkusuz bu yorumlar saray ulemasına özgü yorumlardır. Bu fasit anlayışla yeniden puta tapmaya dönülse ve birileri de itiraz etse herhalde şöyle yorumlanacaktır. “Puta tapma bu coğrafyanın kadim bir geleneği idi. İtiraz edenler aslında puta tapmaya değil kendi putunun kabul edilmemesine itiraz ediyorlar” denilecek maazallah!.
Bu Yezid'i din anlayışıdır ki, haksız ve zalimane bir şekilde açık hapishaneye çevrilen çağın Kerbelası Gazze'ye yardım götürenleri “otoriteden” izin alınmadığı gerekçesi ile kınayabilmiştir. Öyle ki “otorite otoritedir” anlayışı ile dinini dahi sorgulama gereği görülmemiştir.
Gazze'yi, Tahrir meydanını 6/8 Ekim olaylarında Diyarbakır sokaklarını Kerbela'dan farklı görmeyenler namazlarında ellerini bağlasalar da salıverseler de onlar Hz. Hüseyin'in mezhebindendirler. Bunların arasına tefrika koyanlar ise Yezid'in mezhebindendirler. Mezhep gidilen yol olduğuna göre kim kimin yolundan gidiyorsa onun mezhebindendir. Vesselam.