Kamuoyunun kilitlendiği mahkemeler devam ediyor.
Ergenekon davaları, Balyoz davası, şike davası ve diğerleri.
Perde arkasında büyük güç çatışmaları yaşanıyor. Tahliye olanlar hedef gösteriyor, duruşmalarda hakimler tehdit ediliyor.
Yargı-polis ikilisinin hükümetin değil de başka güçlerin direktifiyle hareket ettiği iddiası daha yüksek sesle dile getiriliyor artık.
Bir grup gazete eskiden destek verdikleri hükümeti şimdi sert şekilde eleştiriyorlar.
Hele bazılarının yargı üzerinden hükümete yüklenmesi gerçek amaçlarını gün yüzüne çıkarıyor.
Öyle ya hükümet de yargı ile çok iyi değil.
En son Mit krizinde bu net olarak görüldü. Şimdilerde hükümetle malum yapı arasında dershaneler yüzünden yeni bir krizin kapıda olduğu söyleniyor.
Hükümet hamlesini yaptı, şimdi sıra karşı tarafta.
Hamlenin nereden geleceği pek belli değil; ama büyük ihtimalle yargıdan gelebilir. Yargı da devleti iyice rahatsız etmeye başladı.
Tepkiler nereye varır bilinmez; ama askerin öfkesi herkesin malumu.
Asker içinde ise dizlerini dövenler çoğunlukta. İmkan varken bir şey yapmadıklarına yanıyorlar.
Birbirlerine, devlete, yargıya kızıyorlar.
Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, İnternet Andıcı Davası duruşmasında Yüce Divan’da yargılanması gerektiğini belirterek savunma yapmayacağını söylemiş.
Yüce divan meselesi daha önceden de tartışılmıştı; ama hukukçular görüş ayrılığına düşmüşlerdi. Darbe teşebbüsünün görev suçu sayılıp sayılamayacağı konusunda bir görüşe varılamamıştı.
Başbuğ, duruşmaya verilen arada, silah arkadaşlarının yanına giderek, “Nerede eski Genelkurmay başkanları” diye sitemde bulunmuş.
Ömürlerinin neredeyse üçte ikisini emir vererek geçirmiş kişilerin cezaevi hayatları ve yargılanmaları daha bir acıklı oluyor tabii.
Başbuğ’da da aynı durum söz konusu: Durumu hazmedemiyor.
Bu arada darbecilerin yargılanması ve ağır cezalar istenmesi askeri iyice ürkütmüş.
Herkes alevlenen ateşten kendini kurtarma derdinde.
Mesela Aytaç Yalman, kendini temize çıkarmak için darbe teşebbüsünü itiraf etti.
Yani arkadaşlarını yaktı.
Herkes sakınmaya çalışıyor bu ateşten; ama Başbuğ yine de hazmedemiyor.
“Genelkurmay Başkanına terörist diyemezsiniz” diyor.
“Ben tüm ordunun başıyım, beni yargılayamazsınız” diyor.
“Ben herkese emir verdim, ifademi alamazsınız” demek istiyor.
Yalnız kalmasına içerliyor.
Yalnızlık zor tabii. Hele bir de bunca makamın üzerine çıkmışken yalnız kalmak…
Arkadaşların, yoldaşların zarar görmemek için birbirinden kaçması…
İbretlik bir tablo!
Aklıma Kur’an’daki kıyamet tasvirleri geldi. Öyle ya bazıları bu dünyadaki zindan ateşinin kendisine bulaşmaması için dostlarını terk ediyor.
Peki, insan günah ve isyan ateşine karşı nasıl bir tutum sergileyecek?
Abese Suresinde şöyle anlatılır:
“O gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından kaçar.
O gün, herkesin kendine yeter derdi vardır. O gün bir takım yüzler aydınlıktır, gülmekte ve sevinmektedir. O gün birtakım yüzler de tozlanmış ve onları karanlık bürümüştür. Yine o gün birtakım yüzleri de keder bürümüş, hüzünden kapkara kesilmiştir.”
Kıyametin dehşetini anlatan bir tablo!
Paşa da olsan, bey de olsan yalnız başınasın orada.
Yaptıkların ve yapmadıklarınla yüzleşeceksin.
Esas yalnızlık oradadır.
Bu arada;
Kimsenin yeni delil ihdas etmeye ve var olan delilleri karartmaya da gücü yetmez.
Her şeyin berraklaşacağı yerdir orası.
Her şeyin hesabı sorulacak.
Doğruhaber Gazetesi