İki kişinin diyalog yoluyla anlaşmasının yegâne yolu aynı dili konuşmalarıdır. Bir taraf diğer tarafın dilini beğenmeyebilir. Kendi dilini daha tatlı daha yumuşak daha nazenin bulabilir. Karşı tarafın da kendisi ile aynı dili konuşmasını arzu edebilir. Ancak bunun olabilmesi için karşı tarafın da aynı dilden anlaması ve konuşabilmesi şarttır. Normal şartlarda herkes bir tek dil bilir ve o da kişinin ana dilidir. Birden fazla dili konuşabilenler nadirattandır.
T.C, İkinci Meclisten itibaren halkıyla iyi bir diyalog kuramadı. Meşru bir zemine sahip olmadığından düşüncesini karşısındakine sözle değil şiddet ve silahla dayattı. Bu toplum, şeriata başka bir ifade ile kanuna dayalı idi. Devlet Lozan Anlaşması’ndan sonra Kanunu(Şeriatı) kaldırdı. Kanunun olmadığı yerde eşkıyalığın hâkim olması kaçınılmazdır. Denilebilir ki devlet Avrupa’dan kanunlar devşirmedi mi? Devşirdi ama bu kanunlar topluma yabancıydı. Halk nezdinde meşruiyete mazhar olamadılar. Toplum nazarında “orman kanunu” olmaktan ileri gitmediler.
Devlet, uzun yıllar eşkıyalık yapınca halk ve devlet birbirleriyle anlaşamadılar, giderek birbirlerine yabancılaştılar. Halk bir türlü derdini devlete anlatamayınca içinden çıkan bazı kesimler devletin anladığı dili konuşmaya başladılar. Bu dil “eşkıyalık” dili idi. Halk da zaman zaman devlet gibi eşkıyalığa başladı, yani silaha silahla cevap verdi. Ancak kendisine “devlet” diyen eşkıya, karşısındakine “terörist” dedi. Hal bu ki ikisi de aynıydı. Yaptıkları eşkıyalıktı, terördü. Fakat işi başlatan, halkı eşkıyalığa sevk eden, zorlayan daima devlet olmuştu. Bunu kabul etmek zorundayız. Devlet çoğu zaman karşısındaki eşkıyayı ezip geçiyordu. Fakat 36 yıl önce ortaya çıkan bir eşkıya dünyanın muhtelif eşkıyaları ile dayanışarak ya da onların desteği ile devleti iyice köşeye sıkıştırdı. Devlet zorlu bir eşkıya ile karşı karşıya idi. Ne yapsa sırtını yere getiremiyordu.
Devlete ne olduysa oldu, henüz kimse anlayabilmiş değil ama sanki vasfı değişti. Eşkıya devlet, eşkıyalıktan vazgeçti. Hatta biraz daha ileri giderek “evliya” devlet olmaya kalkıştı. Bir anda özellikle karşısındakine müşfik, merhametli kucaklayıcı davranmaya başladı. Karşısındaki eşkıya eşkıyalığını sürdürürken kendisi sanki hayatta hiç silaha el atmamış gibi dönüp dönüp vaazı nasihat ediyor. Zavallı! Eşkıya vaazdan ne anlasın, onun anladığı bir tek dil vardır o da silah. Çünkü şiddet onun ana dilidir. O şiddetin çocuğudur. Ana dili şiddet ve ateştir. O yüzden zaman zaman biz ateşin çocuklarıyız derler. Zamanında nasıl halkın ikazından, yalvarmasından anlamayan bir devlet var idiyse, şimdi de silaha alışmış ve ikazdan anlamayan bir eşkıya var. Peki, ne olacak bu işin sonu? Devletin ve eşkıyanın zorbalığından da çeken zavallı halkımız bu şiddet sarmalından nasıl kurtulacak.
Kanaatimce şartlar biraz daha zorlanırsa devletin aklına yine eşkıyalık gelecek. Bu adeta kaçınılmaz. Bu kez iki eşkıya arasında ezilen halk Suriye ve Irak halkı gibi adeta preslenecektir. Üzerinden silindir geçmiş gibi olacaktır. Bundan kârlı çıkan taraf olmayacak ya da dünyanın büyük eşkıyaları karlı çıkacaklar. Bu tehlikeli durumdan çıkışın yolu nedir? Derseniz, bir kere eşkıyaya eşkıyanın diliyle konuşmaktan başka çare yoktur. Evliyalıkla vaazla nasihatle eşkıya yola gelmez.
Eşkıyanın bir tek dil bildiğini yukarıda açıklamıştık. Ancak devletin en az iki dil ve daha fazlasını bilme mecburiyeti vardır. Yeri geldiğinde eşkıyaca yeri geldiğinde evliyaca konuşabilmelidir. Tıpkı “Hizbullah” gibi. Hizbullah, herkesle anladığı dille konuşabilen ve kiminle hangi dille anlaşabileceğini çok iyi bilen bir harekettir. Nitekim doksanlı yıllarda eşkıyaya onun diliyle konuşmuş sonuçta iyi bir anlaşmaya! varılmıştır. Anlaşma dediysem yazılı sözlü bir anlaşmayı kastetmiyorum. Tamamen “hal” ile yapılan bir antlaşma. Taraflar birbirinin halinden anlamışlardır. Aralarındaki dilin zararlı olduğunu, ya anlaşabilecekleri farklı bir dil bulmaları ya da “sükût” etmeleri gerektiğini anlamışlardır.
Devlet öyle sersemlemiş ki, eşkıyaya evliya diliyle evliyaya eşkıya diliyle konuşuyor. Bir an önce bu sersemliği üzerinden atmalıdır. Herkese anladığı dilden konuşmalıdır. Bu gidişle eşkıyayı azdıracak, evliyayı da eşkıyalığa sevk edecektir. Yarın evliya eşkıyalığa başvurursa geçmişte olduğu gibi sorumlusu yine “basiretsiz” devlet olacaktır. Eşkıyaya anlayacağı dilden konuşmadığı için onun vereceği zararın da sorumlusu olacaktır. Hizbullah’ı örnek almalı, eşkıya silahını bırakınca kendisi de sükût edebilmelidir. Ama eşkıya silahını bırakıncaya kadar da asla silahını bırakmamalıdır. Böyle bir durumda devlet güçlenecek yaptığının meşruiyeti tartışılmayacaktır. Muhatabı ise meşru müdafaa konumunu çoktan kaybettiğinden eşkıyalığı ile tarihe geçecektir.