Tecrübelerle sabittir ki hayat-memat derecesinde kendisine bağlı olduğun eşya eline geçince umduğun hazzın kaçta kaçını bile vermiyor. Ayet, “Susayan onu su sanır; vaktaki yanına gelir bir şey bulmaz.” diyor, bu hakikat için. Mantıklı olan da bu değil midir? Nihayetinde eşyanın kendisi de Allah'ın malı ve askeridir. Allah'ın emirber bir askeri olan eşya herhalde Allah'tan mahrum, belki Allah'a düşman bir gönlü okşayacak değildir ya.
Ya Üstadın bahsettiği eşyanın zeval anı!.. Ah, asılöldürücü darbelerin başladığı yerdir burası! Aşk derecesinde bağlı olduğun eşyanın teker teker bir askeri kortej gibi gözlerinin önünden geçerek kayıplara karıştığını görmek... Gençliğin, kuvvetin; elinde kalsa bile artık keyfini alamadığın arabaların, evlerin, bahçelerin… İşte Allah'ın kendisi için yarattığı sevginin başkalarına verilmesi durumunda insanın sevdikleri adedince ah çekmesi, işkence seanslarına yatma anı.
Eşyayı olduğundan daha büyük görmek, vehmimizden ona onda bulunmayan değerler vermek, kuvvetler yüklemek… Bir şişe parçasına, elmas değerini veren müflis Yahudi tüccarın durumudur bu. İşkence görmekten zevk alan mazoşistleri çıkarırsak kim bu duruma düşmek ister. Bunun için eşyaya mü'mince bakmak gerekir. Kur'anî bakış açısı yani. Eşyanın revnak halinde çoş û huruşa gelen, zevalinde de nice ibretler gören bakış açısı.
"Ena la uhibbul afilin / Ben yok olan şeyleri sevmem." Hz. İbrahim düşüncesini yakalamadığımız müddetçe firakın sillelerini yemeye devam edeceğiz. Zira kişi yok olanları sevmeyi bırakmadığı müddetçe ya da ona gerektiğinden fazla gönül bağladığı müddetçe yok olan her şeyle yok olmaya devam edecektir.
Kulakları çınlasın bu bakış açısına mazhar olmuş olduğunu düşündüğüm candan bir dostum vardı. Görünümünden bir zamanlar çok şaşalı, tantanalı olduğu belli olan, ama zaman silindiri altında hırpalanmış her bir yapıya rast geldiğimizde “ Küllü şey'in halikün illa wechehu.” Ayetini okurdu. İşte bu eşyanın alnının ortasına “fena (yok olma)” mührünü vurmaktır. Kalbi, fena bulacak şeye değil baki olanabağlamaktır. Bunu başardıktan sonra artık eşya zeval mi buluyor, zir û zeber mi oluyor, ne oluyorsa olsun gam değil. Kalp ona bağlı değil ki onun enkazının altında bahsi geçen acılarla can çekişsin.
Ey gönlüm, eşya üzerindeki “fena” mührünü sen de artık gör. Beli bükülmüş, yüzü kırış kırış ihtiyarlarda gençliğin zevalini, her gün biraz daha pürsüyen yaldızlı eşyada maddenin zevalini ve bilahare gelip geçenlerin ilmik ilmik işlediği tarihi harabelerde dünyanın zevalini… Hani ey gönlüm sen de az zevaller yaşamadın değil. Zaman silindiri bir güzel üzerinden geçti, ezdi halden hale geçirdi seni.
Sen de ey dostum, tarihe hafiften bir dokunsan “zeval, zeval, zeval…” çığlıklarını işiteceksin. Fena mührünü görmüş nereye kaçıyorsun. Bu mühür “Küllü şey'in halikün illa wechehü.” Ayetindeki “hû” ya yani Allah'a koş ihtarıdır. Gel ey benim gibi “fena” (yokluk) firarisi, beka aşığı!
Secde vuslatında birlikte hep söyleyelim El-Baki, El-Baki El-Baki…