Asıl adı "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi" adlı İstanbul sözleşmesi, gündemi hala meşgul ediyor.
Sözleşmede geçen muğlak ifadeler Avrupa Konseyi’nin ihya değil, bir şeyleri inşa etme niyeti taşıdığını gösteriyor. Öncelikle görülüyor ki sözleşmenin orijinal metninde “ev” kelimesi geçerken Türkçe metinde “aile” kelimesi geçiyor. Aile, TDK’nın ifadesiyle “Evlilik ve kan bağına dayanan karı, koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum içindeki en küçük birlik.” Peki TDK “ev” kelimesi için ne diyor: “İçinde bir tek ailenin oturabileceği biçimde yapılmış yapı. Bir kimsenin ya da bir ailenin oturduğu, içinde yaşadığı yer, konut.” Bu iki kelimeyi eş anlamlı kullanmak hangi aklın ürünü. “Aile”de kan bağı, karı-koca varken “Ev”de kadın-kadın, erkek-erkek…+ yani türevleri olabiliyor. Alman anayasasında bu, “aile değil aile gibi” ifadesiyle geçiyor. Bu, bizim değerlerimize uymaz.
Sözleşmenin asıl adının ilk üç kelimesi “Kadınlara Yönelik Şiddet…” sonrası “Ev İçi Şiddetin Önlenmesi…” diye devam ediyor. Sadece toplumumuzda değil, tüm dünya medeniyetlerinde kadına yönelik şiddet vardı/hala devam ediyor; görünüşe göre durmayacak gibi. Bu soruna çözüm “eğitim” ile olsa da asla sıfırlanacak bir sorun değil. O zaman en aza indirmeyi hedeflemek gerek. Bu sözleşme imzalandığından bu yana şiddet ve boşanma rakamları alabildiğince artmışsa ve istatiksel veriler bunu doğruluyorsa “neden”ine bakmak gerekmez mi? Sözleşmeyi bu yönüyle yegâne çözüm görmek doğru mu? Bu şiddeti durdurmak için bu toplumun dinamiklerine uygun yeni çözüm önerileri geliştirmek ve acil uygulamaya koymak elzemdir. Eğitim, ceza ve adalet üçgeninde öne sürülecek çözümler toplumsal bünyemize uygun bir ilaçla tedavi edilebilir. Bu toplumun inancı, geleneği, örf ve yapısı “ev”i “aile” görmez. “Aile”yi de “ev”e tercih etmez. Kadını erkeksiz, erkeği kadınsız, aileyi karı-kocasız bırakmaz.
Sözleşmeyi şiddetle savunup “layüsel” kabul edenlerin ekserisinin zihin kodları batıya, değerlerine ve toplumsal yapısına aşık kodlardır. İnanç konusunda “Kul ile Allah arasındadır” deyip inancını gizleyen, örf ve gelenek konusunda batının değerlerini tek değer bilenlerdir. Boynuna haç takarsa hiçbir anlam taşımadığına inananlardır. Dini geç, örfe aykırı giyindiğinde yahut zina gibi birliktelikleri “haram” görmeyenlerdir. En dindarı cumayı da geçelim bayram namazları kılmak yahut kurşun dökmekle “dindar” geçinendir. Yani dinine, örfüne, geleneğine, halkına kısaca kendine yabancı olduğunun farkında dahi olmayanlardır.
Bu anlayışın etkisinde feminist anlayışlı inananlar da yok değil.
Buna mukabil sözleşmenin bu yönüne karşı çıkanlar, sözleşmeyle “kadına şiddet” olgusunun toplumsal kodlarımıza uygun çözümlerle ele alınmasını istiyorlar.
Sözleşmenin adındaki üçüncü vurgu olan “… ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi" ifadesi ise sözde çözümü işaret ediyor. Gel gör ki çözüm noktasındaki vurgular ortada ne kadın ne erkek ne aile bırakıyor. Dikte edilen bu çözüm ifadeleri içine adeta gizlenen muğlak ifadeler ve garip kelimeler, uzun vadede hedeflenen gayeyi yani ifsadı gerçekleştirmeye matuf ifsadı inşa edici art niyetlerdir.
Sözleşme karşısında “okumadım, bir şey diyemem” gibi “tarafsız taraf” olanların suskun kalmaları sadece kendilerini kandırmaktan öteye geçmez. Sözleşmeden vazgeçilmesi ve toplumsal yapımıza ihanet edilmemesi dileğiyle…
Not: Bugün Mehmet Yavuz Hocamızın vefat yıldönümü… Rahmetle yad ediyorum. Hastalığı kefaret, mekânı cennet olsun.