Referandum kararımızı "Evet" olarak açıkladık.
Millete, memlekete ve ümmete hayrlı olsun inşaallah.
Birçok gerekçemizin içinde en önemli olanı, mevcut düzenlemenin yeni ve sivil bir anayasanın ilk adımı olacağına dair beklentimizdir.
Mevcut anayasa, darbe anayasasıdır.
Birçok maddesi değiştirilmiş, ancak anayasanın sorun üreten, tekçiliği ve tektipçiliği dayatan yanlarına dokunulmamış.
Yamalı bohça tabiri bu yüzden kullanılır olmuş.
Mevcut anayasa, yasakçı bir anlayışa sahiptir.
1982 askeri cuntası tarafından silahların gölgesinde ve askerlerin mutlak otoritesi altında yazılmıştır.
Terör dahil içerdeki birçok sorun, bu çarpık zihin anlayışından kaynaklanmaktadır.
Bu totaliter anlayış, emperyalist dış güçlerin kirli ellerini uzatarak bu memleketi karıştırmaları ve kendi ajandaları doğrultusunda dizayn etme zeminini de hazırlamıştır.
Halk; üzerine bir karabasan gibi çöken bu musibetten ancak ve ancak tümden değiştirilmiş yeni ve sivil bir anayasa ile kurtulabilecektir.
16 Nisan'da referanduma götürülecek anayasal düzenlemenin bunu temin etmekten uzak olduğu hususu ise izahtan varestedir.
Ancak buna kapı aralayacak bir boyuta sahip olduğu da hakikattir.
1924'le başlayıp15 Temmuz'a kadar devam eden süreçte askeri vesayet, hayatın her alanını kontrol etme, sivil unsurlara alan açmama, bu yöndeki girişimleri ise şiddetle bastırma üzerine bir anlayış bina etmişti.
"Laiklik elden gidiyor" ve "Bölücülük tehlikesi var" gibi sanal korkular üzerinden; bir yandan dil ve din yasaklarını meşrulaştırırken, diğer yandan askeri vesayetin ömrünü uzatmak istemiştir.
1960 ve 1980 darbeleri sonrası oluşturulan darbe anayasalarında ise önemli bir hinliğe ve sinsiliğe başvurulmuştur.
Uluslararası sisteme uyum sağlama adına serbest seçimlerin yapılması ve görece bir sivil anlayışın oluşturulması gerekiyordu.
Zira askerlerin yönetimde çok fazla görünür olmaları sorun teşkil ediyordu.
Bundan hareketle sivil alan kontrol altında tutulmakla beraber askeri vesayet, anayasal kurumlar arasında dağıtıldı
Buna göre MGK, DGM, YAŞ, YÖK, AYİM gibi görünüşte sivil olan anayasal kurumlar, askerler adına bu halka küresel modernist kimlik inşasına uygun laisizm ve Kemalizmi dayatmaya devam edecekti.
Seçimlerle iş başına gelen hükümetin başbakanı, genel kurmay başkanı ile aynı koltuk hizasında oturarak haddini bilecek ve boyundan büyük işlere kalkışmayacaktı.
Türk milleti adına hareket etme yetkisi verilen bu kurumlar, Türk olan veya olmayan her etnik unsurun anasını ağlatacak icraatlar ortaya koyarken hiç kimseye hesap verme gibi bir dertleri de olmayacaktı.
İlgili kurumların aldığı kararlar ve ortaya koyduğu icraatlar, bu satırların yazarı aciz kardeşiniz de dahil olmak üzere milyonlarca insanı öz yurdunda garip ve öz vatanında parya durumuna düşürdü.
Buna rağmen tek bir Allah'ın kulu bu zulüm merkezleri haline gelmiş kurum ve kuruluşlardan tek bir hesap soramadı.
Son anayasal düzenleme ile ilgili kuruluşlara devredilen geniş yetkiler önemli oranda hesap sorulabilir sivil bir şahsın veya şahısların uhdesine bırakılmaktadır.
Bu husus beraberinde hesap verilebilir de olsa, yetkilerin tek bir elde toplanması gibi bir mahzuru getirse de askeri vesayetin geriletilmesi adına önemlidir.
Şu ana kadar bütün eksiklik ve yetersizliklerine ve kaçırılmış onca fırsata rağmen, gerek hükümetin ve özellikle de Sayın Erdoğan'ın özgürlüklerin genişlemesi ve sivil iradenin önünün açılması noktasındaki duruşları, bu süreci devam ettirme kararlığında olduklarını göstermektedir.
Muhalafet anlayışını iyi ve müspet işlerde yardımlaşma, kötü işler ve düşmanlıkta ise yardımlaşmama ilkesi üzerine inşa etmiş HÜDA PAR'ın buna kayıtsız kalması elbette düşünülemez.
Belirlediğimiz bu tavır, bu anlamda tamamen ilkesel duruşumuzun gereğidir.
Politik hiçbir kaygı veya grupsal hiçbir çıkar gözetmeksizin milletimizin ve memleketimizin hayır ve selametinin bu yönde olacağına kanaat getirerek "Bir kez daha yetmez ama Evet" dedik.
Niyet hayr, akibet hayr olsun inşaallah!