“İnsan gözden ibarettir aslında,
Geri kalan cesettir.
Göz ise,
Ancak gerçek dostu görendir.”
Diyor, Hz Mevlana…
Çoğumuz gördük, tanıştık, hasbıhal ettik.
Sevdik, sevildik.
Tanıyanlar bilir;
Tanışırken sevindik,
İyi bir dostla tanışmanın hazzını yaşadık.
Samimiyet, teslimiyyet, kabiliyet…
Özgüveni,
Vakur duruşu…
Özlediğimiz hasletlerdi.
Yine sevdik, bir daha sevdik.
Önümüzde uzun bir yol,
Beraber yürüyecektik.
Yine gelecek…
Konuşacak…
Siyasetin kirini pasını atan pak diliyle insanları memnun bırakacaktı.
Biz de tatlı diliyle,
İkna kabiliyetiyle,
Samimi duruşuyla,
Övünüp duracaktık.
Kim bilir,
Belki de onun kadar iyi dost olamadık.
O illet bulaştığında,
Takatını alıp götürdüğünde,
Bir gece yarısı attığı mesajla fark edebildik.
Daha iyi, en iyi dosta kavuşmaya karar verdiğini fark ettiğimizde,
Çaresiz kaldığımızı anladık.
Tek çaremiz kalmıştı;
“Çaresizlerin Çaresi”ne yalvarmak!
“Birkaç ay sürecek tedaviye başlıyorum” diyordu.
“Ziyaretçi, misafir kabul edemeyeceğim” diyordu.
“Telefonlara bakamayacağım” diyor,
Anlayış istiyordu.
“Duaya muhtaç kardeşiniz” diye de ekliyordu, son Şubat’ın ayaz bir gecesinde!
Günler geçti. Haftalar… Aylar...
Yine bir gece vakti!
“Başkanım durumunuz nasıl?” diye yazdım.
Aldığım cevap sarsıcı olmuştu:
“Durumum için dua et mamoste, işim Allah’a kalmış…”
Ve kendi sesinden;
“Dünyanın hiçbir şeyinden artık tat almıyorum.
Vallahi kendimi ahirete daha yakın hissediyorum.
Ağrılarım sancılarım oluyor. Bazen gözüm hiçbir şey görmüyor. Ama Allah’tan gelen baş göz üstünedir. Herksin imtihanı farklı…”
Herkesin imtihanı farklıydı şüphesiz.
Ama ‘Dost’, veda ediyor gibiydi!
Yine tıpkı Mevlana gibi;
“Duydum ki;
Bizi bırakmaya azmediyorsun,
Etme!..
Başka bir yar,
Başka bir dosta meylediyorsun,
Etme!...”
Dedik… Çokça tekrarladık.
Oysa göz ardı ettiğimiz başka bir gerçek vardı,
Baki DOST varken bizler gibi fani dostların lafı mı olurmuş…
Ne diyebiliriz ki;
“Allah’tan gelen baş göz üstüne.”
Ruhun şad, mekanın cennet olsun.