Adın ile yedi kıtada ve yedi iklimdesin… Kudüs, Kâbe, Mescid-i Nebevi'de ve dünyadaki bütün mazlumların duasındasın ve bütün mazlumların beklediğisin, ama cismen yoksun!
Birimiz gittiğimiz bir yerde, “ben Türk'üm veya ben Türkiyeliyim” demeye görsün. İlk sorulan ve o melül ve meyus bakışlarla bizde gördüğü kişi sensin!
Onlar nerede bir Türk görseler, dokunuyorlar, okşuyorlar ve kokluyorlar. Tıpkı Yakup'un oğlu Yusuf'un gömleğine dokunuşu ve onu koklayışı gibi…
Onlara nasıl diyebiliriz ki, sizin aradığınız Türk'ü biz de arıyoruz. Veya aradığınız Türk, Türkiye'de de aranandır! Hem söyleseniz de inanmazlar ki!
Ki birçoğunuz gibi, benim de buna dair bir hatıram var. Tarih 1987'yi gösteriyordu. Bendeniz o zamanlar Rus işgalinde olan Afganistan'ın Paktika şehrinin bir köyünde idim. Türkiye'den geldiğimi söylediğimde, dünya onların olmuştu. Çünkü onlara göre, ümmetin kalbinin attığı yerden ve Hilafetin merkezinden geliyordum. 70 veya 80'lik ev sahibinin ilk sorusu şu idi: “Halifemiz hazretleri nasıldır? Adı Kenan mıydı, Evren mi? Yaşlılık işte, adını da artık aklımda tutamıyorum.”
Ben de Evren'in onca zulümlerine tanık olan bir genç olarak, “hayır amcacığım, babacığım” dedim. “Onun adı Kenan Evren, ama sandığınız gibi halife falan değil. Müslümanlara kan kusturan ve hatta hicabına bile el uzatan biri…”
Tepkisi nasıl mı oldu? O seksenlik baba birden kınından çekilmiş bir kılıç gibi parladı ve duvarda asılı olan kaleşnikofu da göstererek, “sen” dedi. “Dua et ki, evimde misafirsin. Yoksa Halifemize yaptığın hakaretten dolayı seni bu keleş ile öldürürdüm.”
Belli ki, o baba olup bitenlerden bihaberdi, ama sana, yani Türk'e olan sevgisinin, saygısının ve özleminin tarifi yoktur.
Onlar nereden bilsinler ki, adının en fazla aşağılandığı; ırkçılıkla, inkârla, gaspla ve hokkabazlıkla kirletildiği yer Türkiye'dir!
Gördüğün gibi, dünyanın dört bir yerinden seni anıyor, seni konuşuyor ve seni bekliyoruz.
Çünkü sen olsaydın Haçlılar Afrika'yı istila edemeyeceklerdi. Sen olsaydın, bugün Filistin işgal altında ve Filistinliler her gün öldürülmeyeceklerdi. Sen olsaydın, ülkelerimizi işgal edemeyecek ve kardeşlerimizi Gunatanamo'lara götüremeyeceklerdi. Sen olsaydın, başımıza çuvallar geçiremeyeceklerdi. Sen olsaydın, Balkanlar'da soykırıma uğramayacaktık.
Seninle ortak bir yönleri varsa, o da konuştukları Türkçedir. Yaptıklarını bir görsen, “bunları yapsa yapsa ancak Haçlılar yapar” demekten kendini alamayacağından şüphem yoktur. Senin can kardeşin Kürt'ü bile inkâr ve fıtri haklarını gasp ettiler.
Çağdaşlaşmak ve güya cehaletle mücadele etmek adına okullar açtılar, ama belledikleri ilk düşman Türk'ü Türk yapan değerler oldu. Gerçekten de söyledikleri gibi, kısa zamanda o kadar çok şeyler yaptılar ki…
Biz yedi düvelin bağrımızda açtığı yaraları nasıl kapatacağımız üzerine düşünürken, bunları da bize saldırır bulduk. Türkçe konuşmasalar, düşmanın Truva atı ile geride bıraktıkları askerleri sanırız. Kirli ayaklarıyla çiğnediler kutsallarımızı… Yetmedi… Sırtlan sürüleri gibi daldılar hanelerimize… Girdiler köylerimize… Çıktılar dağlarımıza… Ne acıdılar ve ne de kanımıza doydular… Öldürdüler, öldürdüler ve öldürdüler.
Kendilerine sığınanlarımıza da merhamet etmediler; kimimizi mürteci ve bölücü diye mahkûm ettiler, kimimizi Dersim'in dağlarında fare zehiri ile öldürdüler ve kimimize de zindanlarda dışkı yedirdiler. Hepsini de senin adına, yani Türklük adına yaptılar.
Ama Allah var, biz bu zulümleri senden bilmedik. Daha doğrusu o Türkleri senden bilmedik.
Çünkü biliyoruz ki, sen olsaydın, yukarıda andığımız zulümler olmayacaktı. Yine sen olsaydın, Mustafa Muğlalı eşkıyası, Özalp'ta 33 köylümüzü kurşuna dizemeyecekti. Sen olsaydın, Şemdin Sakık eşkıyası, Elazığ-Bingöl karayolunda 33 askerimizi öldüremeyecekti. Ve sen olsaydın bugün Mehmetler Ahmetler birbirlerini öldürmüyor olacaktı.
Biliyorum, ben uzattıkça, sende soruyorsundur; adıyla müsemma Türkler, dini ile amil âlimler ve devleti insana hizmetin bir aracı olarak gören idareciler hiç mi yok, diye? Elbette ki var! Başımızı göğsüne koyabildiğimiz ve sırtımızı dayayabildiğimiz, yani ismiyle müsemma olan Türkler var, ama ötesi sorunlu. Din adamları dersen, adeta bir ordu, ama çoğu da zalime zalim diyemeyecek derecede bir acizlik içerisinde. İdarecileri de ne siz sormuş olun, ne de ben duymuş olayım. Ama şu kadarını söyleyebilirim: İdarecilerin merhametleri şiddetlerinin pençesinde. Hatta kutsallarımızı dahi esir almışlar, istedikleri gibi kullanıyorlar.
Bir yandan senin yolunu gözlerken, biryandan da ayaklarımıza vurdukları ırkçılık prangasını kırmaya çalışıyoruz. Fakat gel gör ki, bugün aramızdaki ırkçıların günüdür. Çünkü bu ırkçıların adları Arap, Acem, Türk ve Kürt de olsa, hem birbirilerine düşmanlar ve hem de birbirinden besleniyorlar.
Ama biz de her şeye rağmen ve her zamanki gibi, üzülmüyoruz, gevşemiyoruz ve bir an bile olsun, ye'se düşmüyoruz! Çünkü inanıyoruz! Ve çünkü bir Afgan şairinin de dediği gibi; “Ben yara almışım… Sen yara almışsın. O yara almış. Biz yara almışız. Ama ölmemişiz!”
Ve ey Türk, dünyanın dört bir yanındaki kardeşlerin olarak seni bekliyoruz! Gök kubbemizi kaplayan ve dünyamızı karartan yarasaların dört bir yana sıvışacakları günün şafağında buluşmak ve yeniden Bir olanda birleşmek üzere…