Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, bütün ağırlığı ile Suriye’de bulunmasının, yegâne demeyelim de, en önemli sebebi; orada bulunan Kürdlerin devletleşme yönünde attıkları adımlardır. Herkes biliyor ki, bahsettiğimiz devletleşme süreci, Pkk/YPG öncülüğünde, ABD ve sair Batılılar, hatta işgalci israil’in desteği ile gerçekleştiriliyor.
Konu ile ilgili konuşanların hemen hepsi, bir “terör devleti” diye tutturmuş gidiyor. Teslim etmem gerekir ki ben de Kürdlerin; batıcı, laik, seküler, sosyalist, ulusalcı, baasçı bir kafa yapısı ile devletleşmelerini arzu etmem. Çünkü devletleşme bir bedel ister. Kürdlerin bu amaçlar uğruna bedel vermelerini, ileride tekrar bedel ödeme noktasına gelmeleri gerektiği zannı ile istemem. Bir bedel ödenecekse, Allah rızası için ödenmelidir.
Ama şöyle bir gerçekle karşı karşıya değil miyiz? Türkiye, Suriye, İran ve Irak’ta bir yekûn tutan Kürdler yaşıyor. Bunların insanî ve İslamî hakları elbette ki olmalıdır. Peki, herkese tanınan bu hakların, Kürd nüfustan esirgeniyor olması hakkaniyete uyuyor mu?
Bazen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın; “Eyyyy Avrupa, Eyyyy Batı!” diye hitapları oluyor. Böyle bir hitapla başlayan konuşmasında; Batı’nın ikiyüzlülüğüne, hakkaniyete uymadığına, kendileri için istediklerini bir başkası için istemediklerine, mutlu oldukları halde başkalarının mutluluklarını arzu etmediklerine vurgu yapacağını tahmin edebiliyoruz.
Aslında hitap hoşumuza gidiyor. Çünkü Batı, tam da budur: İkiyüzlü, gasıp, ilkesiz, çıkarcı, zalim ve zorba. Yani aklınıza gelen insanî değerlerden yoksunlukların hepsi, Batı’da mevcuttur.
Bilindiği üzere, içimizdeki sorunların çoğunun kaynağı da bizzat Batı’dır. Ama hâlihazırdaki İslam dünyası da, Batı’dan ve onun Makyavelist yöntemlerinden olumsuz yönde etkilenmiştir.
Müslümanların bir halifeye bağlı olarak yönetildikleri dönemlerde, İslam halkları arasında bir sınır mevcut değildi. Dolayısıyla Halifelik sınırları içerisindeki milletler, yerlerinden oynayabiliyorlardı.
Bu gün Orta Anadolu’nun ortası sayılan Ankara ve Konya’da hatırı sayılır bir Kürd nüfusu vardır. Rivayet olunur ki Şanlıurfa’da bulunan ve Türkçe konuşmasını bilmeyen Karakeçili aşireti aslen Türk’tür. Türkiye’nin Güneydoğu’sunda yine hatırı sayılır bir Arap nüfusu mevcuttur. Sadece Türkiye’den verilen bu örnekler, İslam dünyasına teşmil edildiğinde, aynı sonuçlarla karşılaşırız.
Aralarında sınır olmayan bu halklar, maddi veya manevi birçok sebepten dolayı yer değiştirmişlerdir. Ancak İran, Türkiye, Irak ve Suriye’deki Kürdler, kendi öz vatanlarında yaşamaktadırlar. Kürdler saydığımız ülkelerde, Allah’ın kendilerine tanıdığı hakların bir kısmından mahrumdurlar.
Batılılar bu yüzden sorunu kaşıyıp kaşıyıp, Kürdleri yanlarına çekmektedirler. Bu gün itibariyle Kürdler; Amerika, israil, Rusya, İngiltere veya herhangi bir emperyal düşünceye sahip devletler için, istismara açık konumundadırlar.
Yazık değil mi? Yazık, hem de çok yazık. Maalesef Müslüman halklar tarafından ötelenen bu kavmin, Batı’nın hedeflerine hizmet etme safhasına gelmesinin en büyük müsebbibi yine zikredilen devletlerdir.
Önemli olan sorunlarımızı, Müslümanlar olarak çözebilme kabiliyeti ve iradesine sahip olmamızdır. Ortada çözülmedik bir mesele kaldığında, orada hemen Batılılar bitiveriyor. Herkes şundan emin olsun ki, Batı kendi hesabına çalışacak adamları her zaman için kolaylıkla bulabiliyor.
Tekraren söyleyelim ki, gelinen nokta çözümün bizde olduğunu gösteriyor. “Eyyyy!” diye başlayan hitapları kendimize yapıp, bu hususta adil olup-olmadığımızı, olaya ne kadar samimi yaklaştığımızı bir soralım.
Başta da söylediğimiz gibi bu sorun ümmeti ilgilendiriyor. Batılılar sorunu kaşıyıp, ümmet için bir handikap oluşturabiliyorsa, o zaman çözüm bellidir. Mesele, Batı’ya kaşıyacak alan bırakmamaktadır.
Çok fazla değil, sadece Allah’ın verdiği hakları birbirimizden esirgemeyelim, o kadar.
Göreceksiniz ki önümüzde dağ gibi duran sorunlar bir bir çözülecektir.